Stepmother 11. Bölüm


 I’m Only a Stepmother, but My Daughter is Just so Cute!






11. Bölüm



Şimdi, Dük Stork'un burada olmasında sıra dışı bir şey yoktu, o Blanche'nin büyük babasıydı ve hepsi, fakat... Yeterince eminim ki, Abigail'in cinayet şüphelilerinden biriyle yüz yüze gelme fikri oldukça rahatsız ediciydi. Fark edilmeden, güvenli bir mesafeye uzaklaşarak Dük Stork ile Bayan Jeremie‘nin kısaca sohbet etmesini izledim, Bayan Jeremie dinlerken ellerini önünde kibarca katlamıştı. Omzuna birkaç kere okşaması konuşmanın bittiğine işaret ediyordu ve gözlerini ileride bir yere sabitleyerek ayrıldı. Hm... Ne hakkında konuştuklarını merak ediyorum. İkisi birbirleriyle ol~dukça arkadaş canlısı görünüyordu.

Bayan Jeremie bu noktada içeriye döndü, gelişimin doğal gözükmesi için birkaç saniye bekledim. Blance'nin kapıda duran hizmetçisi benim gelişimi gördü ve beni endişeyle karşıladı. “H-hosgeldiniz, Bayan Abigail. Prenses şu anda görgü kuralları derslerini alıyor. Doğrudan içeriye girerseniz onu bulabilirsiniz.”

“Hala ders zamanı olduğu için içeri girmem benim için iyi mi?”
“Elbette, madam.”  Bir an düşündükten sonra, kafamı salladım.

Clara ve Norma'yı arkamda bırakarak, Bayan Jeremie ile Blanche’ı görmek için çalışma odasına yöneldim. Bugünün dersi duruşa odaklanıyor gözüküyordu. Kafasında bir kitapla dengeli bir şekilde adım atmaya çalışan Blanche'ı gözlemledim. Bir asil gibi görünmesinden çok, o... sevimliydi...!! Niye bu çağda kameralar yoktu?! Fotoğraf çekmeye ihtiyacım vardı!!! Ühü... peki, yardım edilemez... Sadece görüntüleri retinamda yakmayı deneyebilirim... Kafamda sessizce kıza tezahürat yaparken, yere bir şey düştüğünü duydum. Mm? Bu nedir? Ah, Blanche'nin kafasındaki kitap düşmüştü. Bu sadece bir kitaptı, fakat bazı sebeplerden Blanche’ın yüzü oldukça solgunlaşmıştı. Burada bir şeyler dönüyor gibiydi...

Bayan Jeremie kalktı ve yerdeki kitabı aldı, üstündeki tozu sert ve kesin hareketle vurarak temizledi. Gülmeyen yüzü, sesi gibi soğuk onaylamamayla doluydu, “Hadi şunu bir daha deneyelim. Bayan Miriam'ın çocuğu olduğunuz için, eğer denerseniz daha iyisini yapabileceğinize inanıyorum. Devam et.”

“E-evet...!” Blanche kitabı aldı ve orijinal pozisyonuna geri döndü. Tıpkı daha önceden olduğu gibi, başının üstüne tünemiş kitabıyla oda boyunca yol almak için dikkatli adımlar atmaya başladı. Maalesef ki, bu sefer yarı yolu yürümeyi bile başaramamıştı.

Bayan Jeremie’nin sesli iç çekişi sessizliğin ardından geldi. Ağzını tekrar açtı ve biraz daha kızgın azarlama cümlesi müjdesini verdi. “Sona kadar yürümek önemli, fakat duruşuna daha fazla çaba harcaman gerekiyor. Güzellik ve duruş ayrılamaz bir bütünün parçalarıdır. Bir elbisenin içinde ne kadar güzel gözüktüğün önemli değildir: Eğer kendini iyi taşıyamıyorsan, konuşulacak bir güzelliğini yoktur.”

Woah, korkunç... Bayan Jeremie tam bir Spartalı özel öğretmen ha... Açıkçası, kız hala çok küçük olduğu için ona karşı daha özenli olması onu incitmezdi. Her durumda, Bayan Jeremie'nin dersi açıklamayla bitti: “Güzellik bir kadın için en önemli şeydir. Ünvanı ve zekası, başlıca onu destekleyecek güzelliği olmadan, geriye kalan her şey anlamsızdır.”

Bunu duyduğum anda, ruh halim aniden baş aşağı dalış yaptı. İğrenç bir şeyi yutmuşum gibi boğazıma takılan hoş olmayan bir duygu vardı. Aklıma önceki hayatındaki sayısız sahne akın etti- Bana aynı şeylerin söylendiği zamanlar. Kahkahalar ve kıs kıs gülmeler, bir kadının değerinin neyle hesaplandığına ait tavsiyeler veren kibirli insanlara eşlik etti: onun güzelliği. İstenmeyen bu hatıralar amansızca kalbimi hırpaladı- onsuz devam etmeyi istediğim bu hatıralar peşimi bırakmadı. Bayan Jeremie yanılıyor. Bu doğru değil, fakat...

Düşüncelerimde kaybolmuş bir halde ayakta dikilirken, Bayan Jeremie Blanche'ın duruşunu ayarlamak için ileri yürüdü. “Sırtını düzleşir, çeneni biraz daha indir. Ve kalçalarını... Mm?” Blanche'ın kalçalarına bakarken Bayan Jeremie'nin yüzünden garip bir ifade geçti ardından kaşlarını çattı. “....Prenses Blanche, size verdiğim yemeğin dışında başka şeyler de yediniz mi?”


“H-hayır.”

“Akşam yemeği sırasında bir şey yemediniz, değil mi?”


“Y-yemedim...”


“Karınınız biraz şişkin gözüküyor...” Kafasını kaldırmadan önce Bayan Jeremie kendi kendine mırıldandı. Şimdi daha önceki soğuk ifadesinin aksine kibar bir gülümsemeyle ona bakıyordu. “Her neyse, sadece daha fazla öğünü atlamamız gerekecek.”

Şaşkınlığımı saklayamadım. Ne? Öğün atlamak mı? On bir yaşındaki bir çocuk? Bir an için, yanlış duyduğumu düşündüm. Belki kız obez olsaydı itiraz etmek için daha az söz sahibi olurdum, ancak Blanche zaten zayıftı, tüm bunların anlamı da neydi? Gerçekten ciddi olamazsın değil mi...? 

“Kısa bir ara verebilirsiniz. On dakika sonra derse devam edeceğiz.”


Buraya gelme amacımı hatırladığımda duyularımı tekrar kazandım. Blanche'a hediyesini vermeliydim! Ayrıca ona şu öğün atlama meselesini de sormalıydım. Orada olduğumu belirtmek için hafifçe öksürdüm. Bayan Jeremie bana keskin bir reverans verdi.

Hoş geldiniz, Bayan Abigail. Bugün sizi buraya getiren nedir?” Bayan Jeremie gülümsüyordu fakat gülüşü ince bir reddetme sızdıran gözlerine ulaşmadı. 

“Prenses Blanche'a bir şey vermek için geldim.” Elimde güzelce paketlenmiş kavanozu tutuyordum. “İşte burada, Blanche.”

Kız tereddüt ederek benden ona sunduğum nesneyi aldı. “Um, bu...?”

Aç bakalım.” Böyle yapmak yerine, Blanche ilk önce Bayan Jeremie’ye bakış attı. Kafasını sallayan Bayan Jeremie'nin sözsüz iznini aldıktan sonra Blanche, küçük elleriyle mor kurdeleyi açmaya başladı. İpek kumaş düştü ve kavanozun içindekileri ortaya çıkardı.

Belli bir mesafeden bile algılanabilecek tatlı bir koku odayı doldurdu. “Bu kurabiyeler benim ana vatanımdan. Oldukça lezzetlidirler.” Şükürler olsun ki, Blanche kurabiyelerle oldukça ilgileniyormuş gibi görünüyordu çünkü gözlerindeki parıltı onu ele veriyordu. Kurabiyeleri diğerlerinin değerli taşlara bakışıyla incelendi. “Biraz dene.”


“T-teşekkürler...” İznimi aldıktan sonra Blanche elini kavanoza daldırdı. Fakat kurabiyeyi tam kavrayacaktı sırada...

“Aslında o şeyi yemeyi planlıyorsunuz, değil mi Prenses?” Bayan Jeremie'nin sesi bir kamçının vuruşu gibiydi. Blanche sesi duyduğu anda alelacele elini çekti ve kavanozdan uzaklaştı. Hedefine ulaştı, Bayan Jeremie bana doğru eğilip tekrar konuşmaya başladı. Nedense bu sefer sesinde anlaşılmaz bir tını vardı. “Maalesef ki, Bayan Abigail, Prenses Blanche bu seferlik diyetinin dışına çıkmamak zorunda. Bu yüzden rica ederim ki hediyenizi geri alırsınız.”  Yani onlar daha demin gerçekten de diyet yapmak hakkında konuşuyorlardı. Garip bir his içimde yükselmeye başladı. “Prenses Blanche hala gelişme çağında bir çocuk. Şimdi onu diyetle sınırlandırmak onun için sağlıksız olacağının kanısındayım.”

“Bunlar hep Prensesin iyiliği için, Majesteleri. Bana Prensesin tüm meseleleriyle ilgilenmem için tam yetki vermemiş miydiniz?” Blanche oldukça şaşkın ve hassas görünüyordu fakat sohbetimizin altında yatanlar için açgözlü değildi. Dikkatlice ağzını açmadan önce Bayan Jeremie ile benim aramda birkaç kere ileri geri baktı.


“Bayan Abigail, ben iyiyim. Kurabiyeleri yemek zorunda değilim. Bu yüzden... üzgünüm. Sadece doyumsuz davrandım.” Blanche yüzüne beceriksizce oturttuğu gülümsemesiyle bunları dedi. Sadece hissedebildiğim acıyla alt dudağımı ısırabildim. Onun böyle gülümsediğini görmek istemiyordum; önceki gülüşlerini daha fazla sevmiştim. O sadece on bir yaşındaki bir çocuktu. On bir yaşındaki bir çocuk kurabiyeleri gördüğü anda gerçekten heyecanlı olmalıydı.

“İstiyorsan eğer onları yiyebilirsin.”

“Majesteleri!”  Bayan Jeremie bir gülümsemeyle kesti. “Ben de, prensese tatlı şeyler vermeyi her şeyden çok seviyorum. Duygusallığınızı tamamen anlayabiliyorum, lakin böyle yapmak prenses için yalnızca zehir olur.” Bu kadın ne zaman geri çekilmesi gerektiğini bilmiyordu. Gerçekten böyle mi düşünüyordu? Yoksa basitçe beni bozduğuna onu koruması için arkasını Stork ailesine yaslamayı mı düşünüyordu? “Prenses Blanche kilosunu kontrol altında tutmak zorunda. Eğer elbiselerin içinde iyi görünmek istiyorsa, kilo almak gibi bir girişime hiç girmemesi gerekiyor.”

“Kıyafetlerin içinde iyi görünmek mi? Bu Blanche’ın sağlığından daha önemli olduğunu mu düşünüyorsun?” Her sözcüğümden buz damlıyordu, sesim tehditkar düşük tona almıştım. Açıkça, Bayan Jeremie'nin gözlerinin içindeki korku pırıltılarını görebiliyordum.



“T-tüm asil çocukları aynıdır. Korse giymeye başladıkları yaşa ulaştıklarında hepsi sıkı bir diyete başlarlar.”

Korse? Ona bağırma isteğimi zar zor bastırabildim; Basitçe kulaklarıma inanamıyordum. Korse giymek o kadar önemli ki önündeki bu çocuğa bu şekilde eziyet etmeyi haklı çıkarıyor, ha? “Ne dediğin önemli değil, Blanche'ın sağlığına zarar vermeyi denediğini inkar edemezsin, değil mi?” Bayan Jeremie sessizliğe düştü. Buna rağmen, yenilgiyi kabullenmeyi açıkça razı olmadığını söyleyebilirdim.

Şimdi kesinlikle tekrar canlanması için ona bir şans veremezdim. Vicdan azabıyla Blanche’ın eğitimini bunun gibi birinin eline bırakamazdım. “Blanche'ın bakımını senin ellerine teslim ettiğim doğru, fakat bu artık bana gülünç geliyor. Gelecekte başka biri Blanche ile ilgilenecektir.”

“Bayan Abigail...!”

“Prenses Blanche ile yalnız konuşmayı arzu ediyorum. Lütfen odadan dışarı çık.” Cümlesini yarıda kestim. Bayan Jeremie söyleyecek çok şeyi varmış gibi görünüyordu ama benim dinlemeye hiç niyetim yoktu. Sonunda, sadece kuyruğunu iki bacağının arasına kıstırıp odayı terk edebildi. Demek ki bu dünyada bile kadınlar kilolarına bu kadar takıntılıydı, ha..


Onu kovmakla meseleyi kapamıştım fakat... doğrusunu söylersek, bu konu hakkında çok da iyi hissetmiyordum. Bu Bayan Jeremie ile alakalı değildi. Her şeyden sonra, ben kendim geçmiş hayatımda bir diyet fanatiğiydim. Fakat... bunu bir çocuğa zorla yaptırmak affedilemezdi.  Ve yeterince sebep yoksa, Blanche'ın daha demin yaptığı yüzü tekrar görmeyi kaldıramazdım.

Blanche’ın kendisi şu anda beni mümkün olan her hangi bir yolla sakinleştirmeye çalışıyordu, benim ile Bayan Jeremie ile aramızda geçen ihtilaftan kendisinin neden olduğuna inanıyordu. “Üzgünüm, Bayan Abigail. Kurabiyeleri yemeyeceğim. Lütfen böyle öfkelenmeyin...” Çocuğun gözlerinden yaşlar damlamak üzereydi.

Sen yanlış bir şey yapmadın, peki neden? Nazikçe konuştum ve onun güvenini tazelemeyi denedim. “Hayır, Kızgın değilim. Kurabiyeleri yiyebilirsin. Onları yanımda bulundurmamı ister misin?” Tekrar kurabiyeleri teklif ettiğimde öncekinin aksine bu sefer hemen onlara uzanmadı. “Dene hadi. Çok lezzetliler.”

“Fakat... Eğer kilo alırsam, elbiselerim artık bana uymayacak...”


“Ne olmuş yani?” Şekerli kurabiyelerden bir tanesini aldım. Bir kısmı parmağıma yapışmıştı. “Eğer biraz kilo alırsan iyi bile olur. Kıyafetlerinin içine sığmazsan da sorun yok. Bir çocuk iyi yemeklerin tadını çıkarma ve hayatı sonuna kadar yaşama hakkını kazanmıştır. ”

Blanche gözlerini kocaman açmış bir şekilde bana baktı, daha önceden duymadığı bu sözler onu şok etmiş gözüküyordu. Bunları söyledikten sonra, bir kez daha kurabiyeleri teklif ettim ve sabırla almasını bekledim. Biraz tereddütten sonra, ellerimdeki kurabiyeyi aldı ve bir ısırık aldı. İlk ısırıkta aldığı tatlılık yüzünden bir an gözleri parladı. Şeytani kurabiyeleri çiğnerken çenesinden gelen kıtırtı seslerini dinledim. “Lezzetli mi?”

Blanche cevap olarak hevesle başını salladı. Gerçekten çok lezzeti, ha? Küçük bir durgunluktan sonra küçük kız tekrar ağzını açtı. “...Bir tane daha alabilir miyim?”


“Elbette.” Ona başka bir kurabiye verdiğimde, Blanche onu küçük bebek bir kuş tutuyormuş gibi bir incelikle aldı. Şeker ağzında erirken ki ifadesi sadece saf mutluluk olarak tanımlanabilirdi. Neşeyle dolmuş bir halde Blanche'ı izledim.

Onun gözlerinden aniden damlayan gözyaşlarını fark ettiğimde dehşete düştüm. Baş parmağımla göz yaşlarını silerek “B-bir sorun mu var? İçinde kötü bir şey mi vardı? Tükürmek ister misin?” Onun gözyaşlarını silerken şaşkınlık ve endişeyle dolmuştum.

“H-hayır. U-um... Sadece çok tatlı...” Kelimeleri söylemekte zorlanarak, Blanche gözlerinde yaşlarla yapabileceği en iyi gülümsemeyi yapmaya çalıştı, “Ben...ben hiç böyle bir şey yaşamamıştım.”

Bu itirafın ardından kalbimin kırıldığını hissettim. Sadece sıradan bir kurabiyeydi... yine de bunun yüzünden ağlıyordun... Tek bir kurabiye için ne kadar ağlamaya katlanmak zorunda kaldın? Fark etmeden kollarımı açıp onu içeriye çekmiştim. Kucağımda burnunu çekerken o da bana sarıldı. Aynen küçük bir çocuğun annesine sarılması gibi. “Ne kadar istersen o kadar ye. Eğer arzu edersen dünyadaki tüm tatlı şeyleri hemen kapına getireceğim.” Blanche kollarımda bir şey söylemeden ağlamaya devam etti. Başını nazikçe okşadım ve onu rahatlatmaya çalıştım. Şimdi yaşına rağmen neden Blanche'nin diğer çocuklardan daha küçük olduğunu biliyordum, kollarımla sardığım onun küçük varlığını hissetmek kalbimi hüzünle doldurdu. Daha sıkı sarıldım. Blanche, yarın sana daha fazla kurabiye getireceğim. Ondan sonraki gün, daha bile tatlı şeyler getireceğim. Dünyadaki tüm tatlı şeyleri sana vereceğim bu yüzden artık ağlama. Daima yaptığın gibi güneş kadar parlak gülümse.


* * *

Abigail'in burayı çok da sevmediği belliydi. Friedkin ailesi, Blanche hariç, uzun masanın iki ucuna oturmuş birbirlerine bakmadan yemek yiyorlardı. Sessiz yemek odasında sadece hararetle hareket eden çatal bıçak sesi duyulabiliyordu. Daima ayrı yemişlerdi, fakat hiçbir neden yokken Sabelian'dan birlikte akşam yemeği yemek için bir davetiye – bir çağrı aslında- almıştı.

Bu yere çok da düşkün değildi. Neden çağrılmıştı ki? Gerçekliği bir yana bırakırsak onun o lanetli yüzünü rüyasında bile görmek istememişti. Ağzına götürdüğü lokma ile birlikte lanet sözcüklerini de yuttu, Sabelian sonunda sessizliği kırdı. “Duydum ki Blanche'nin dadısıyla kavga etmişsin. Bu doğru mu?”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Obsessive Servant 0. Bölüm

GİS Anatomisi

Stepmother 6. Bölüm