Felsefe
Felsefenin Dalları:
Ontoloji (Varlık Felsefesi)
"Varlık nedir?" sorusuna cevap arar.
- Bilgi kuramı nedir?
- Varlık nedir?
- Varoluş nedir?
- Fiziksel nesneler nelerdir?
Estetik
Sanatla, güzellikle ve tatla ilgilenen felsefe dalıdır.
- Güzel nedir?
- Güzellik nesnel midir?
- Güzelliğin iyi veya kötüyle ilişkisi var mıdır?
- Güzel denen nesneleri güzel kılan şey nedir?
Etik
Her ne kadar birbirlerinin yerine kullanılsalar da ahlak ve etik farklı kavramlar olarak değerlendirilebilir. Etik daha çok felsefenin bir alanı olarak doğru bir biçimde yaşamaya dair yapılan tartışmaları ve bu alanda geliştirilmiş iddiaları kapsarken, ahlak toplumsal kabuller, gelenekler, varsayımlar, kurallar ve yasalar üzerine kuruludur.
Epistemoloji (Bilgi Felsefesi)
Bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalıdır.
- Bilgi nedir?
- Bilginin kaynağı nedir?
- Bilginin değeri nedir?
- Doğru bilgi var mıdır?
- Bilginin sınırı nedir?
Metafizik
İncelemeleri varlık, varoluş, evrensel, özellik, ilişki, sebep, uzay, zaman, tanrı, olay gibi kavramlar üzerinedir
Ekoller:
1- Empirizm (Deneycilik):
Bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir. Deneycilik akılcılığın karşıtıdır. Duyumculuk duyu verilerinin bilginin temeli olduğunu, pozitivizm gözlem ve deneyin doğrulanabilirliğin tek kaynağı olduğunu, pragmatizm somut yaşamın ve pratiğin her şeyin ölçüsü olduğunu öne sürdüğünde deneycilik felsefesinin epistemolojik konumundan kalkış yapmaktadırlar.
Demokritos: Her şeyin özü nedir sorusuna verdiği cevap "atom" olmuştur. Demokritos bu fikirlerinin felsefi çerçevesini, sonradan giderek sistematikleşerek deneycilik olarak adlandırılan akıma uygun bir nitelikte ortaya koymuştur.
Epikuros: Epikuros'a göre Mutluluk, insanın doğayı ve evreni tanımasıyla mümkündür. Hareketlerin yasalarını tespit edebilmek içinse bilgiye gerek olduğunu söyler. Bilgi ise duyu verilerinden gelir; yani duyu verilerinin birçok kez tekrarlaması sonucunda elde edilen genel tasavvurlar, Epikuros'a göre, bilgilerdir. Epikuros, duyu organlarının yanıltıcı olabileceğini ya da yansımaları farklı şekillerde algılayabileceğini de öne sürer.Böylece akıla da bir yer verilmiş olur bilgi sürecinde.
John Locke: .Bilgi düzeyinde Locke'a göre, doğuştan gelen ya da deneyimden önce varolan herhangi bir bilgi ya da önsel ilke (apriori) söz konusu değildir.Aksine bütün bilgiler, düşünce ve kavramlar deneyden ileri gelmektedir, çünkü zihinde herhangi bir duyumla bağlantılı olmayan hiçbir düşünce mevcut değildir.Daha önceden mevcut olduğu varsayılan kavram ve ilkeler ise, başka insanların kendi deneylerinden çıkarıp doğru ve geçerli saymış olmalarından ileri gelmektedir. Deneyciliğin kendi başına ve sistematik bir felsefe olarak ortaya çıkmasında Locke öncü isimdir. Ona göre duyumlarla algılanamayan bir şey bilinemez.
“Daha önce duyularda bulunmayan hiç bir şey anlıkta yoktur.”
David Hume: "Her sonucun bir nedeni olduğu ve her etkinin bir sebebi bulunduğu" Öyle ki aklın ve mantığı ilkeleri ve temel kategorileri bile, sonuçta izlenimlere dayanır. Zihnin temel görevi, duyularla elde edilen verilerin üzerinde işlem yapmak, izlenimleri bilgiye dönüştürmektir. Bütün fikirlerin temeli bu izlenimlere dayanır çünkü.En soyut idealardan bir olan Tanrı ideası bile, insanların deneyimlerindeki izlenimlerinden meydana gelmiştir.
Thomas Hobbes: Bilginin kaynağı olarak fiziksel gerçekliğin deneyimini, yani duyu algılarının rolünü öncelikli olarak alır. Hobbes da diğerleri gibi tüm bilginin temelinde duyuların, yani duyu deneyinin olduğunu öne sürer.
George Berkeley: Berkeley sonuç olarak maddi varlığın gerçekte varolmadığı sonucunu öne sürdü. Berkeley'e göre, nesnelerin özü, algılanmış olmalarından ibarettir. Buna göre nesneler düşünceden başka bir şey değildirler. Algılar saf düşüncelerdir ve kendisiyle ilgili edindiğimiz düşünceler dışında madde diye bir şey yoktur. Her şeyin dayanak noktası duyumsal kesinliktir, bilginin değeri duyumsal kesinliğe dayanmasıyla anlam bulur.
Francis Bacon: Bacon'ın bilimsel yöntem olarak öne sürdüğü tümevarımsal yöntemi, gözlem ve olguların toplanması, bunlar üzerinden sonuclara gidilmesi yaklaşımını içerdiğinden, empirik felsefenin temel yöntemsel yaklaşımına denk düşer. Bacon'a göre bilim nedenlerin keşfedilmesi uğraşıdır. Nesnelerin biçimsel nedensellikleri onların fiziksel niteliklerinden ileri gelir ve tümevarımsal yöntem bu nedenselliklerin ortaya konulup bilgiye ulaşılmasının yöntemidir.
John Stuart Mill: Berkeley'le bağlantılı önermeler geliştirmiştir. Mill, Berkeley'den dış dünyanın/maddenin gerçekliği konusunda ayrılır, ona göre duyumların dayanak noktası, maddi gerçekliktir.
Condillac: Empirik felsefenin özellikle Sensualizm (duyumculuk) yönünde geliştirilmesini sağlamış ve bu yönde temellendirmiştir.
2- Pozitivizm:
Pozitivizm, ciddi bilimsel sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai sebepleri aramayan ama direkt gözleme açık olan gerçekler arasındaki ilişkilerle sınırlı olmasını söyleyen görüştür.
Pozitivizm => Auguste Comte: Comte, sebep ve sonuçların gözetlenmesi gerektiğini savunmuştur. O,"Tarihi Toplumsal Evre" anlayışını "Üç Aşama Yasası" ile açıklar.
Teolojik evre: Fenomenlerin tanrısal ya da manevi nedenlerle açıklandığı evre insanların her şeyi din ile açıkladığı bu dönem ortaçağa kadar uzanır.
Metafizik evre: Olayların oluşunun soyut kuvvetlerle açıklandığı dönem toplumsal olayların özgürlük eşitlik gibi soyut kavramlarla açıklanması 1789'a kadar sürmüştür.
Pozitif evre: Bu evrede insan sadece gözlemlenebilir olana yönelir. Yalnızca olaylar arasındaki yasalar ya da değişmez bağlantılar incelenir. Ona göre bu evre insan düşüncesinin ve gelişiminin en yüksek basamağıdır. Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşamalarına benzetir. Bununla birlikte Comte, “Pozitivizm niçinlerle uğraşmaz ama nasılları iyi bilir” ilkesini koyar.
Mantıksal pozitivizm => Viyana çevresi: Mantıksal pozitivizm bu anlamda pozitivizmin bilim/bilimsellik iddialı felsefi statüsünü devam ettirir; felsefenin deney dışı kalan niteliğini yadsıyarak, metafizik ilan ederek kendilerine göre felsefeyi doğru bir temel oturtma iddiasındadırlar. Bilim ve felsefe ikiye ayrı bölüm olarak ele alınır ve felsefenin görevi dil olarak belirlenir. Buna göre felsefe dil çözümlemeleriyle sınırlı kalmalı, onlara dayanarak olguları dile getirdiğimiz önermeler üzerine ve bu önermelerin dilsel bağlamları üzerine açıklama yapmakla görevlidir. Bu görüş özellikle Wittgenstein mantıksal pozitivist sayıldığı yaklaşımda belirgin olarak görülür. Mantıksal pozitivizm, bunlardan hareketle, ikili bir görevi yerine getirmeyi üstlenir; birincisi, dünyanın bilimsel kavranışında metafizik ögelerin ve teolojik unsurların kuramsal olarak arındırılması ve ikincisi felsefeye bilimsel bir nitelik kazandırılması.
3- Pragmatizm (Faydacılık):
Yararcılık gerçeğe ve eyleme yönelik olan, pratik sonuçlara yönelik düşünme temelleri üzerine kurulmuş olan felsefi akımdır. William James (1842-1910) tarafından popüler hale getirilmiştir
İyi en fazla faydayı sağlayandır ve burada fayda zevk, tatmin veya bir nesnel değerler listesine göre tanımlanır. Bir doğru teorisi olarak ise faydacılık neticecidir. Eğer bir bilgi günlük hayatta işe yarıyorsa o bilgi doğrudur. Yaramıyorsa yanlıştır.
4- Rasyonalizm (Akılcılık):
Bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş. Buna göre, kesin ve evrensel bilgilere ancak akıl aracılığıyla ve tümdengelimli bir yöntemsel yaklaşımla ulaşılabilir. Çeşitli "a priori" ve apaçık gerçeklerin varolduğunu onaylar.
Parmanides: İlk akılcı filozof. Ona göre duyumlar değişebilen şeyler olduklarından bilginin temeli olamazlar, aksine aklın değişmeyen ilkeleri bilginin temeli olabilir.
Platon (Eflatun): İdealar teorisi. Gerçek bilginin temelinin ancak idealar dünyâsında bulunabileceği temeline dayanır.
Descartes: Descartes genellikle doğa bilimlerini geliştirmek için aklın kullanılması gerektiğini vurgulayan ilk düşünce insanı olarak tanınır. Onun için felsefe bilgiyi somutlaştıran bir düşünce sistemiydi ve bunu şu şekilde ifade etti :
“ Tüm felsefe bir ağaç gibi olduğundan; metafizik kök, fizik gövde, ve diğer bilimler bu gövdeden dallanan dallardır, bu dallar üç ana başlığa indirgenebilir : Tıp, mekanik ve etik. Ahlakın bilimiyle, bilgeliğin son derecesi olan, diğer bilimlerin en yüksek ve en mükemmel bütün bilgisini anladım.”
Spinoza: Kartezyan akıl-vücut dualizmini reddeden Spinoza, Tanrı'nın yaratılmış dünyadan ayrı olarak mevcut olduğu fikrine de karşı çıkmıştır. Ona göre bir tek ebedî varlık vardı. Spinoza'nın bu fikri ve metafiziksel açıklamaları Batı'da panteizm açısından çok önemlidir.
Malebranche: Descartes'in metafiziğe dair görüşlerini genel olarak benimseyen Malebranche ise aklî fikirlerin bireysel zihinlerden ziyade, Tanrı'da var olduğu ve Tanrı'nın gerektiğinde insanlara bu bilgileri ilâhî bir anlamda sunduğunu öne sürerek Descartes'tan ayrılmıştır.
Immanuel Kant: Hume'unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve nesneldir.
“Yüzyılımız, gerçek bir eleştiri yüzyılıdır, diyordu Kant; hiçbir şey eleştirinin dışında kalamaz: Ne kutsallığı dolayısıyla din ve ne de yüceliği dolayısıyla yasalar”
Kant’a göre bilgilerimizi iki yoldan kazanıyorduk. Bunlardan birincisi duyularla elde ettiğimiz izlenimler, yani “duyarlığımız” (Sinnlichkeit, sensibilité) idi ve bu yolla ham bilgilere ulaşıyor, bunları pasif şekilde “kabul” ediyorduk. Buna karşılık ikinci yol da “anlama” (Verstand, entendement) yeteneğimiz idi ve bu kanalla da “düşünme” olanağına kavuşuyorduk.
Hegel: Doğruluğun ölçüsünü akıl olarak ele almasını bu felsefe geleneğinin ortak bir ögesi olarak ele alırsak, söz konusu düşüncenin doruk noktasında Hegel ile karşılaşılır. Hegelci diyalektik yöntem rasyonalizmin kendi içinde kendini temellendirmesinin bir yöntemi olarak ortaya çıkmıştır. Gerçek olan her şey ussal, ussal olan her şey gerçektir.
5- İdealizm:
Tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terimdir. Var olan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin var olmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddi gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.
(Platon- İdealar Kuramı)
Metafizikte idealizm, bütün fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlığın olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir.
"Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya var olmaktan çıkar."
İdealist düşünce asıl gelişimini Kant ile birlikte göstermiştir.
6- Kuşkuculuk (Septisizm):
Her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, "mutlak"a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür.
Protagoras: Tarihte ilk şüphelenen, şüpheci (septik) düşünürdür. “Her şeyin ölçüsü insandır. Her şey bana nasıl görünürse benim için öyledir. Üşüyen için rüzgâr soğuk, üşümeyen için soğuk değildir. Her şey için birbirine tümüyle karşıt iki söz söylenebilir” diyerek tümel (külli) bir hakikatin var olmadığını, her insanın kendine ait kanaat ve düşünceleri olabileceğini belirtmiştir.
Nesnelerin gerçek yasası kavranamaz. Öyleyse nesnelere karşı tutumumuz yargıdan kaçınma olmalıdır. Ancak bu tutumla ruhsal dinginliğe ulaşılabilir.
Descartes: Yöntemli şüphe. Zira Descartes'ın şüpheciliği kesin bilgiyi bulana kadar tüm bilgileri gözden geçirme anlamındadır. Ona göre kesin bilgi mevcuttur, şüphecilik ise bir yöntem mahiyetindedir.
7- Sofizm (Bilgicilik):
İlk düşünür sayılan Thales'den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar, sonunda insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin denetiminden yoksun insan düşüncesi, varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı, insanın kendisiydi. Protagoras'a göre , “İnsan her şeyin ölçüsü”ydü. Bilgi, teorik bir merak değil, pratik bir yarar olmalıydı.
8- Dogmatizm (Bağnazlık):
A priori ilkeler, çeşitli öğretiler ve asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayışa verilen isimdir. Temelde skolastik bir anlayıştır. Dogmatizmin karşıtı septisizm yani şüphecilik, kuşkuculuktur.
9- Analitik felsefe:
Hegel kökenli Mutlak Gerçeklik kavramı ve idealist sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder.
Gottlob Frege, Ludwig Wittgenstein ve Bertrand Russell kurucusudur.
B. Russell => Tasvirler Teorisi: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/14620
1- Tek anlamlılık İlkesi
2- Konu İlkesi
3- Değiş-tokuş Edilebilme İlkesi
Değiş-tokuş edilememezlik paradoksu
Konusuzluk paradoksu: Olmayan bir şey üzerine konuşmak mantıksızdır.
L. Wittgenstein => Dil Oyunları Teorisi
R. Carnap
Bir bakıma, gerçekten de Sokrates’ten bu yana filozoflar, kullandıkları dili sürekli yetkinleştirmeye çabaladılar ve felsefî refleksiyonu daima, kullanılan kelime ve kavramların anlamının belirlenmesiyle az çok ilişkilendirdiler; hatta pek de azınlıkta olmayan bazıları işi, felsefî faaliyeti bütünüyle kavram üretme sürecinden ibaret kılmaya kadar götürdüler. Analitik felsefe taraftarlarına göre söz konusu olan, yalnızca bir aletin refleksiyona hazırlık aşamasında iyi işlemesini garanti altına almak değildir; bu aleti reel olana ilişkin her kavrayışa vasıta kılmaktır.
M. Dummet bu koşullarda, “analitik felsefe post-Fregeci felsefedir” iddiasıyla analitik felsefe konusunda bütünüyle kabul edilebilir bir tanım verir.
Friedrich Ludwig Gottlob Frege Modern Matematiksel Mantık'ın ve Analitik felsefenin kurucusu sayılan Alman matematikçi, mantıkçı ve filozof. En basitinden Russel'in Tasvirler Teorisine şöyle bir göz gezdirme niyetiyle baktığınızda paradoks çözümü için teoriyi mantıkla kullanması bunu gösteriyor. Nedense bir anda hayata bambaşka bir bakış açısıyla bakmanızı sağlıyor.
Bir metot olarak Analitik felsefe günümüz felsefesinde yaygın bir metodik yaklaşım olarak benimsenmektedir. Analitik felsefenin varsayım ve kanıtlara ağırlık veren yaklaşımı, belirsizlikten kaçınması ve ayrıntılara verdiği dikkat gibi net yaklaşımları günümüz felsefesinde de benimsenmektedir.
10- Sensualizm:
Bilginin duyumdan geldiğini ileri süren öğretilerin genel adıdır.
Aristoteles
Thomas Aquinas
John Locke
George Berkeley
David Hume
Étienne Bonnot de Condillac: Condillac, bütün bilgilerin duyumlarla oluştuğunu taştan bir heykel tasarlayarak tanıtlamaya çalışır.
Claude Adrien Helvétius
William James
Friedrich Nietzsche
11- Aristotelesçilik:
Aristotelesçilik, Plantonculuğa paralel olarak, aynı zaman dönemleri içinde gelişen bir felsefi eğilimdir. Yeni bir dünya görüşü arayışı içinde rönesans felsefesinin Platon'a ve Aristoteles'e yönelmesi şaşırtıcı değildir. Her ikisi de klasik çağın en güçlü düşünürleriydi ve yapıtları bir anlamda ilk felsefeyi kurmaya yönelikti.
Bu dönemde, özellikle de Skolastik felsefe içinde temel dayanak noktası Aristotales felsefesidir. Rönesans felsefesi skolastikle savaşın içinde geliştiğinden dolayı, başlangıçta Aristotales'e tepkili bir tavır geliştirir; ancak bu dönem felsefesi genel olarak antikçağ düşüncesini yeniden değerlendirmeye yöneldiğinden, Aristotales'e tümden yadsınmaz. Rönesans felsefesinde Aristotelesçilik, ortaçağın ve Skolastik felsefenin Aristotales üzerine eklemelerin ayıklanması biçiminde meydana gelmiştir diyebiliriz.
12- Hümanizm:
Türkçe karşılığı "insan-merkezcillik"tir. Yani tanrı-merkezcillik geri plana atılır ve bir anlamda reddedilir, insan-merkezcillik esas alınır. Hümanizm, bu tür doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen etik tabanlı bir görüştür. Seküler bir hayat duruşu ilkesi ve her otorite karşısında insanı özgürleştirme çabası hümanizmin tanımıdır.
Gerçeğe duyulan bu arzu, gözü kapalı kabullenimlerle değil, bilimsel şüphecilik ve bilimsel yöntemle doyurulmalıdır. Otoriteyi ve aşırı şüpheciliği de reddederken, kaderin olaylar üzerindeki etkisini kabul etmez. Doğrunun ve yanlışın bilgisine kişisel ve ortak bilincin en doğru biçimde algılanmasıyla ulaşılabileceğini savunur.
13- Skolastik felsefe:
Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır. Orta Çağın belirli bir döneminden itibaren tüm felsefe etkinliği skolastik zemininde gerçekleştiği için, Orta Çağ felsefesi denildiğinde akla gelen genellikle skolastik felsefedir.
- Erken Dönem Skolastik (800-1200'lü yıllar)
- Yükseliş Döneminde Skolastik (1200-1300'lü yıllar)
- Geç Dönem Skolastik (1300-1500'lü yıllar)
Skolastiğin yöntemsel olarak ortak karakteristiği ise felsefeyi dinin ya da aklı inancın alanına uygulayarak bu alandaki meseleleri kavranılır kılmaktır. Bu anlamda da skolastik felsefe yeni bir şeyler bulmak ya da düşünceler üretmek arayışında değildir, aksine zaten mevcut olanlar içerisinde skolastik felsefe uygun olanları temellendirmek ve uygun olmayanları çürütmek çabasında olmuştur.
"Anlamak için inanıyorum"
Skolastik bu nedenle görelikçiliğe, öznelliğe ve kuşkuculuğa karşı savaşır. Skolastik yalnızca tek bir doğrunun ve ona bağlı tek bir doğruluk sisteminin varlığını kabul eder.
14- Platonculuk:
Bu düşünce duyular dünyası (idealar dünyası) ile gerçek dünya arasındaki karşıtlığa dayanır. Öğrencilerinin Platon'un idealar kuramını geliştirmeleri ve sistemli bir felsefe olarak kullanmalarıyla Platonculuk denilecek akım meydana gelmiştir.
15- Yeni Platonculuk (Neoplatonizm):
Platon ve Aristoteles öğretilerini uzlaştırarak oluşturulmuş felsefi akım. Evrensel oluşmayı tinsel ilkeyle açıklamasından dolayı da gerici bir nitelik taşıdığı belirtilmektedir.(?) (╯°益°)╯彡┻━┻
16- Nominalizm (Adcılık):
Adcılık, kavramların, sözcüklerin, tanımların, tasarımların, hatta konuşulan dillerin gerçek ya da nesnel hiçbir varlığının veya anlamının bulunmadığını öne süren felsefe anlayışı. Gerçekçilik karşıtı felsefe akımıdır.
17- Ateizm:
Ateizm, tüm tanrılara, ruhsal varlıklara, metafizik inançlara ve dinlere inanmayan, gerçekliği din yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır.
18- Atomculuk:
Demokritos yalnızca varolanları değil ruhu da atomlardan oluşan bir şey olarak düşünerek materyalizmi ileri noktalara taşımış, felsefe tarihinde materyalizm eğilimi için en güçlü başlangıç noktalarından birini meydana getirmiştir.
Atomcu okula göre evren bileşik cisimlerden oluşur, bunlarsa maddenin en küçük ve bölünemez parçası olarak kabul edilen atomlardan meydana gelir. Başka bir açıdan bu okul, evrendeki her şeyin boşluk içindeki hareketleri sonucu meydana geldiğini, dolayısıyla evrende mutlak anlamda bir nedenselliğin varolduğunu, insan ruhunun da daha incelmiş atomların hareketinden oluştuğunu, hatta bir yerde tanrıların bile maddesel olduklarını öne sürer.
19- Realizm:
Realizm, gerçekçilik ana düşüncesini, nesnelerinin varoluşları ve neye benzediklerinin, bizden ve bizlerin onlara ulaşmasından bağımsız olduğu meydana getirir.
20- Anarşizm:
Toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşizm, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir.
Bu hareketler genellikle, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular.
Anarşizm, geleneksel siyasete karşıdır; devletsizlik ve şiddetsizlik temel ilkeleridir. Bireyci anarşizmde devlet yoktur, vergi yoktur, askerlik yoktur, polis yoktur, kanun yoktur, bütün kolektiviteler yoktur ve sonunda toplum yoktur.
- Mutualizm
- Kollektivist Anarşizm
- Bireyci Anarşizm
- Anarko-Komünizm
- Anarko Sendikalizm
- Yeşil Anarşizm
- Anarşizm (Önadsız)
21- Marksizm-Leninizm:
Marksizm-Leninizm, adını Karl Marx ve Vladimir Lenin'den alan, 1920'li yıllarda komünist partiler arasında popülerlik kazanan ideolojik akım.
Özelinde kapitalizme, faşizme ve emperyalizme karşıdır ve sınıfsız bir toplum yaratmak için özel mülkiyete dayalı üretim biçimlerinin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunur.
Günümüzde Marksizm-Leninizm Çin, Kuzey Kore, Küba, Vietnam ve Laos'taki devlet yönetimlerinin belirleyici ideolojisidir.
Diyalektik materyalizm, varlığın maddi olduğunu kabul etmekte ancak maddi gerçekliğin tarihsel süreç içerisinde karşıt güçlerin birbirleriyle çatışmasıyla ve bu güçlerin tekrar birbirleriyle uzlaşmasıyla başlangıçta maddenin kendisinde olmayan bir takım yeni özellikler kazandığını ve böylelikle başlangıçta cansız olan maddenin canlı bir yaşam formuna dönüştüğüne ileri sürmektedir.
Tarihi materyalist bakış açısıyla inceleyen teoride toplumun gelişmesinin tarihçesi ve dinamikleri insanların toplumsal yapı içindeki üretim ilişkileriyle birlikte anlaşılmaya çalışılır. Toplumdaki ekonomik altyapı toplumsal sınıfları, siyasi yapıları ve ideolojileri belirler. buna göre altyapı olarak değerlendirilen üretim güçleri, üretim ilişkileri, toplumsal iş bölümü ve mülkiyet ilişkiler üst yapı olarak adlandırılan kültürü, ideolojiyi, siyasi kurumları ve toplumsal yönetim biçimini belirler. Marx bu sosyo-ekonomik çelişkilerin kendisini aşağıdaki toplumsal yapılar şeklinde gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceğini öngörür:
- İlkel komünizm: Kabile topluluklarının birlikte yaşayışı
- Köleci toplum: Kabileler gelişerek şehir devletlerini oluşturur, aristokrasinin doğuşu
- Feodalizm: Aristokrasi iktidarı, tüccarlar kapitalistlere evrilir
- Kapitalizm: İktidarda kapitalistler vardır, üretim emeğini kiralamak durumundaki proletarya tarafından gerçekleştirilir
- Sosyalizm: Sınıf bilinci kazanan işçiler devrimle iktidarı alır ve üretim araçlarını kamulaştırır
- Komünizm: Sınıfsız ve devletsiz toplum, tüm dünyada sosyalist iktidarların başa gelmesi sonucu oluşur
22- Materyalizm (Maddecilik):
Her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori olan hiçbir metafiziksel kavramı kabul etmeyen felsefe kuramıdır.
- Mekanik Materyalizm
- Diyalektik Materyalizm
23- Agnostisizm (Bilinemezcilik):
İlahi veya doğaüstü varlıkların bilinmediğini, bilimsel olarak ispatlanamadığı ve gözlemlenemediği sürece bilinemez olduğunu savunan felsefi fikir akımıdır. İlk defa 1869'da İngiliz biyolog Thomas Henry Huxley agnostik terimini kullandı
24- Konfüçyüsçülük:
Eski bir Çin ahlâkı ve Çin felsefesi sistemi olup başlangıçta bilgin Konfüçyüs'ün öğretilerinden yola çıkarak gelişmiştir.
25- Absürdizm:
Absürdizm, herhangi bir yaratıcı olmadığından insanlığın evrende bir anlam bulmasına yönelik uğraşlarının boşa bir çaba olduğunu ve eninde sonunda bu anlam uğraşının başarısız olacağını söyleyen felsefi düşünce akımıdır.
26- Dolorizm (Acıcılık):
Acı kavramını yaşamın anlamına, ahlakın ve erdemin merkezine yerleştirerek hazcılık (hedonizm) öğretisinin tam karşısında yer alan fikir birliği. (Cesur Yeni Dünya ???)
27- Teizm (Tanrıcılık):
En geniş tanımıyla en az bir Tanrı'nın var olduğu inancıdır.
- Monoteizm: Sadece tek bir tanrı olduğu inancıdır. Bu inanışa göre tanrının bir ortağı ya da başka bir tanrı yoktur. Bazı modern monoteistik dinler Bahailik, İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, Sihizm ve Ekankar'dır.
- Politeizm: Birden fazla tanrı olduğu inancıdır.
- Panteizm: Her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı veya evrenin ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür.
- Panenteizm: Panteizmde olduğu gibi evrenin kendisinin Tanrı olduğunu, evrensel panteist görüşten farklı olarak Tanrının evrene aşkın ve mutlak değişmez olduğu görüşüdür.
- Deizm: Deizm, evreni yaratan Tanrının sonradan insanlığa ve evrene müdahalede bulunmadığı inancıdır.
28- Agnostik teizm:
Agnostik teizm, teizm ve agnostisizmi birleştiren felsefi bir görüştür. Bir agnostik teist en az bir ilaha inanır ancak bunun doğrulunun veya yanlışlığının bilinmediğini veya bilinemeyeceğini söyler. Agnostik teist ayrıca inandığı tanrının özellikleri konusunda da agnostik olabilir.Yani bir agnostik teist tanrı varlığının kanıtlanamayacağını söyler ama bir tanrının varlığına inanır.
29- Antropozofi:
Fizik ötesi fenomenleri, doğa bilimlerinin fizikî dünyayı araştırdığı ve tanımladığı kesinlik ve açıklıkta araştırmayı ve tanımlamayı hedefleyen bir fikir akımıdır.
30- Düalizm (İkicilik):
Gerçekliğin birbirinden bağımsız iki farklı kategoriden oluştuğunu ileri sürer. Varlık konusunda madde ve ruhu savunurken, din konusunda iki farklı tanrı olduğunu savunur. Birbirlerinden farklı olma temelini alırsak biri iyi biri kötü iki farklı tanrının varlığını ileri sürer.
31- Deizm (Yaradancılık):
Doğal dünyaya dair gözlemler ve mantığın kaynağını oluşturduğu; dinsel bilgiye dolaysız biçimde sadece akıl yoluyla ulaşılabileceği ilkesini esas alan, bu sebeple vahiy ve esine dayalı tüm dinleri reddeden bir Tanrı inancıdır.
32- Determinizm (Gerekircilik):
Evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla, örneğin fizik yasaları ile, belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğretidir. Yani öğretiye göre her şey belirlenmiştir ve değişmesi mümkün değildir.
Günlük hayatta aldığımız kararlar, düşüncelerimiz, eylemlerimiz , ahlaki tercihlerimiz belirlenmiş ve kesin kurallar içerisindedir. Özgür irade yanılsamadır. Bize özgü sandığımız hareketlerimiz sadece bilimsel yasaların işleyişidir. İnsanın iradesi nedenler zinciri ile gelişen bir durumdur ve bu durumda insanın etkisi yoktur. Sadece nedenler ve sonuçlar vardır
33- Fenomenoloji (Görüngübilim):
Kurucusu Edmund Husserl olan bir felsefe akımı. Metafiziği sona erdirerek somut yaşantıya dönmek ve böylece tıkanmış olan felsefeye yeni bir başlangıç yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır.
Bir felsefe akımı olmaktan çok bir yöntem olarak tarif edilmesi yaygındır. Çünkü fenomenoloji, her şeyden önce, fenomeni, yani dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayanan bir yöntemdir.
34- Rölativizm (Görecilik):
Bilgi anlayışında mutlak ve nesnel gerçek anlayışından ayrılır, bilginin kesinliğinden ve genel geçerliliğinden şüphe eder. Bütün bilgilerin göreli olduğu önermesi bu akımın başlıca argümanıdır. Etikte ise görecilik mutlak ahlaki değerlerin varlığını ve olabilirliğini yadsır. Bunlara göre bilgi ya da ahlaki değerler tarihsel koşullara, dönemlere, toplumlara, kültürlere ve kişilere göre değişim gösterir. Bilim felsefesinde de etkili olmuştur; özellikle 20. yüzyılda Kuantum fiziğine bağlı bilimsel ve kuramsal gelişmelerden sonra görecelilik gelişme göstermiştir.
35- Fatalizm (Kadercilik):
Tüm eylemlerin ya da olayların evrendeki yasaların boyunduruğunda olduğunu vurgulayan bir felsefi öğretidir. İslam düşüncesinde bu görüşe yakın olan akım Cebriyye'dir. Fatalizm pozitivizm ve bilime atıfta bulunurken, cebriyye Tanrıya atıfta bulunur.
36- Etiksel (ahlaki) Egoizm:
Bireylerin her zaman kendi çıkarlarına uyan şeyi yapmalarının doğru olduğunu savunan doktrin.
37- Hedonizm (Hazcılık):
Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.
Aristippos'a göre her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir. Yaşamın gereği hazdır. Haz insanı insan eden duygudur. Bilgilerimiz duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda öteye geçmez. Bu yüzden Aristippos duygularımızın getirdiği hazza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler. En üstün iyi, hazdır. Ancak gerçek haz sürekli olandır. Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir.
38- Nihilizm (Hiççilik):
Günümüzde birçok spesifik alt dala ayrılmakla beraber, en popüler tanımıyla; her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu savunan felsefi görüştür. Nihilistler Tanrı'nın varlığını, iradenin özgürlüğünü, bilginin imkânını, ahlakı ve tarihin mutlu sonunu reddederler.
19. yüzyıl ortalarında Rusya'da, özellikle genç entelektüel kesim arasında taraftar bularak yükselen ve bu nedenle kendine büyük felsefi akımlar arasında yer edinen bir felsefi yaklaşımdır.
Friedrich Wilhelm Nietzsche
39- Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk):
Varoluşçuluğa göre bireyin başlangıç noktası "varoluşsal tutum" olarak adlandırılan tutumla, yani görünürde anlamsız veya absürt bir dünya karşısında bir kopma ve keşmekeşlik duygusu ile nitelenir.
Ruhbilimsel ve kültürel devinimlerin bireysel deneyimlerle birlikte var olabileceğini savunan bu felsefi akımda, erdemlilik ve bilimsel düşünce birlikteliğinin insan var oluşunu anlamlandırmak için yeterli olamayacağını, bundan dolayı mevcut birlikteliğin gerçek değer yargıları içinde yönetilen ileri düzey bir kategori olduğu düşünülmüştür. İnsanın varoluşunu anlamlandırma, kesin olarak bahsedilen bu otantik gerçeklikle mümkündür.
Søren Kierkegaard, kendisi terimi hiç kullanmamış olsa da genel olarak ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilir.
"Varoluş özden önce gelir." önermesi varoluşçuluğun merkezini oluşturur.
Absürt içeriklerdeki kavramlar, bizim onlara vermiş olduğumuz anlamların ötesinde, dünyada mevcut olabilecek bir anlama sahip değildir. Bu anlamsızlık da dünya üzerindeki "ahlaksızlık" veya "adaletsizliği" kapsamaktadır. Bu "Kötü şeyler iyi insanların başına gelmez." biçimindeki "karmik" düşünce ile çelişmektedir. Çünkü dünyada ve imgesel algılarda; belirli paradigmaları oluşmuş bir iyilik veya kötülük algısı yoktur. Bunun için diyebiliriz ki, iyi bir insandan bahsedilemez. Burada "diğerlerine göre" daha iyi bir insandan bahsedilebilir.
Søren Kierkegaard, Franz Kafka, Fyodor Dostoyevski, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus'a kadar birçok kişi, dünyadaki belirsizleşen gerçeği tanımlayan edebî çalışmalarda bulunmuştur.
40- Entüisyonizm (Sezgicilik):
Sezgiye akıl, zihin ve soyut düşünme karşısında hem öncelik hem de üstünlük tanıyan felsefe akımıdır. Henri Bergson akımın kurucusudur, bu nedenle kimi zaman felsefe tarihinde Bergsonculuk olarak adlandırılması da söz konusudur.
Sezgiciliğe göre bilginin, özellikle felsefe bilgisinin, kaynağı ve temeli sezgidir. Burada önemli olan sezgi kavramının içeriğidir. Felsefi anlamda sezgi; bir tür açılma, doğrudan doğruya keşfedilme ve dolaysız, aracısız birdenbire kavranılma anlamında kullanılmaktadır. Buna göre, varlıkları bize oldukları gibi veren bilgi, sezgidir.
41- Kantçılık:
Kant felsefesini dayanak olarak alan felsefe eğilimi.
Kant'ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume'unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve nesneldir.
Özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hristiyan ahlakını savunma çabası vermiştir. O, fenomenal gerçeklikle, yani bizim duyular aracılığıyla tecrübe ettiğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve hakkında bilgi sahibi olunamayacak dünya arasında bir ayrım yapmıştır.
Kant, öğretisiyle bilimsel bilginin olanaklı olduğunu göstererek, Newton fiziğini temellendirir.
Numen, fenomenin ötesindeki bilinemez ve tanımlanamaz "gerçeklik", "gerçek bilgi" manasındadır. Fenomen ise duyular ile algılanabilen gerçeklik.
42- Hegelcilik:
Hegel sonrası Hegelcilerin özellikle onun mutlak idealizmini ve diyalektik yöntemini benimseyen ve bu yönde sistematik bir yönelim gösteren felsefe eğilimidir.
Hegel'in en etkili sürdürücüsü belirgin bir şekilde Karl Marx'ın felsefesi olacaktır. Hegel felsefesi Marks'ın özellikle gençlik çalışmalarıyla birlikte önemli olmuştur diyebiliriz.
Tin
43- Monizm:
Monizm ya da bircilik, her şeyin bir tek zorunluluğun, ilkenin, madde veya enerjiden olduğunu iddia eden veya tek bir tözden kaynaklandığını savunan felsefi görüş.
Felsefe alanında temel sorulardan biri olan teklik-çokluk sorununa çokluğun da aslında tek olabileceği görüşünü getirmektedir.
Genellikle monizmin panteizm, panenteizm ve içkin bir Tanrı inanışı ile ilişkili olduğu düşünülür. Ayrıca, saltçılık (absolutizm) ve monad da monizmle yakından ilgilidir. İlk temsilcisinin Parmenides olduğu bilinmektedir.
44- Liberalizm:
Bireysel özgürlük üzerine kurulan bir siyasi felsefe veya dünya görüşüdür. Bireysel özgürlük ve bireysel haklar düşüncesiyle yola çıkan liberalizm, daha sonraki yıllarda farklı türlere bölündü ve bireylerin eşitlik ilkesinin de önemini vurgulamaya başladı. Klasik liberalizm bireysel özgürlüklerin rolünü vurgularken, sosyal liberalizm özgürlüğe vurgu yaptığı kadar; bireylerin eşitlik hakkı ilkesinin önemine vurgu yapar ve özgürlük ile eşitlik arasında denge kurmayı amaçlar.
17. yüzyıl düşünürü John Locke sıklıkla ayrı bir felsefe geleneği olarak liberalizmin kurucusu şeklinde yansıtılır.
Herbert Spencer: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/571046
Evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikri kafasında belirdi.
Spencer, toplumların tıpkı canlı organizmalar gibi işlediğini de öne surdu. Toplumlar ne kadar karmaşıklaşırsa parçaların karşılıklı bağımlılığı da o ölçüde artıyordu. Doğal bir özellik olarak kendi dengelerini sağladıkları için, kendi üyelerinin daha ileri düzeyde evrim için mücadele etmelerine ihtiyaç duyarlar. Ancak mücadele feodal toplumda askeri bir form kazanırken, Spencer, sanayileşmiş toplumda rekabet ve iş birliği bileşiminin bu formun yerini almasını gerekli görür. Ayrıca, evrimin özel çıkarları genel faydaya dönüştürerek bir tur "görünmez el" gibi işlediğini düşünür. Evrimin en uzun vadeli yönelimi egoizmden özgeciliğe doğrudur. Süreç içinde toplumsal hayat, toplumsallaşmanın en yüksek düzeye ulaşmasıyla bireysellikte en büyük gelişimi sağlayacaktır.
Günümüzde özellikle artık “eskimiş” ve “sığ” bir figür olarak görülmesine karşın sosyolojinin yaşadığı dönem içerisinde özellikle eğitimli kitlelerin arasında popülerlik kazanmasına ve yer edinebilmesine katkı sağlamıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder
Efendim?