Doğu ve Batı Arasında İslam


Her zaman yazdığım gibi bu yazının başlığında neden kitap tavsiyesi yazmadığımı merak edebilirsiniz. Cevap oldukça bariz çünkü herkese bu kitabı önermiyorum. 

Eğer içinizde okuma aşkı yoksa bu kitabı okuyamayabilirsiniz, belki sıkıcı gelir belki düşünceleriniz uyuşmaz ama hangisi olursa olsun bu kitabı okumak için ekstra bir irade ve güç kullanmanız gerekir. Bu blog'un okuyucuları daha çok hafif okuma sevdiği için bu kitabı öneremiyorum.

Kitap için bir görüş yazabilirim ama hem yetersiz olur hem de bilgi eksikliğimden yanlış bir değerlendirme yapabilirim. Şu anda burada bir söz veriyorum. Bundan iki yıl sonra tam tarih 01.17.2022 olarak gösterdiğinde bu kitabı tekrar okuyacağım ve o zaman yorumumu yazacağım. 

Şimdilik sevdiğim kitap alıntılarını yazacağım.

Ateizm özgürlükçü olduğu zaman bile sanatı boğar, din otoriter olduğu zaman bile onu özgürleştirir.
Din de devrim de acı ve ızdırap içinde doğar, refah ve konfor içinde ölür. Gerçekten devam eden yalnızca onların gerçekleşme özlemidir. Gerçekleşmeleri aynı zamanda ölümleri demektir. Din de devrimde gerçekleşirken onları boğacak olan kurumları, yapıları doğurur. Resmi kurumlar hiçbir zaman ne devrimci ne de dindardır.
Nihilizme göre de, dine göre de insan bu dünyanın yabancısıdır, nihilistlere göre umutsuzca kaybolmuş bir yabancı, dine göre kurtuluşa varacağını umut eden bir yabancı.
Okul, ancak güdümlü bir eğitim vermediği, eleştirel düşünce tarzını geliştirdiği, insanın manevi özgürlüğüne yer vermediği sürece kültüre katkı sağlar.
Sürekli tekrar ederek insanları gerçekle hiçbir ilgisi olmayan mitlere inandırmak mümkündür.
İnsanlar arasında eşitlik ve kardeşlik Tanrı'nın insanı yaratmış olması koşuluyla mümkündür.
Şaşırmak ve hayranlık duymak, hayatı anlamamızın belki de tek şeklidir.
Gizemi görmezden gelmek, uygulamalı ateizmin en önemli yönlerinden biridir.
Yalan bir cevap, sahte bir ilaç kadar tehlikelidir. 
Çağdaş insanın her şeyi anlamış olduğu inancı, onun yetersizliğinin en büyük göstergesidir.
Şu çelişki nasıl açıklanabilir: Kazı çalışmaları sonucu, belirli bir düzende dizilmiş veya belli bir amaca yönelik olarak yontulmuş iki taşa rastlarsak, bunun uzak geçmişte yaşamış insanların ürünü olduğunu sonucuna varırız. Bu aynı taşın yanında taş aletten çok daha mükemmel olan insan kafatasına rastladığımızda ise bunun bilinçli bir varlığın tasarımı olduğunu varsaymıyoruz. Bu öylesine mükemmel kafatası ya da iskeletin kendi kendine veya tesadüfen yani bir aklın veya bilincin mühadelesi olmadan oluştuğunu farz ediyoruz. İnsanın Tanrı'yı inkarı bazen gerçekten de bir kapristen ibaret değil midir?
Hayat bir olgu değil, mucizedir.
Maddeye hükmeden bütün kanunlar son tahlilde entropiye indirgenmektedir.
Teorik olarak, geleceğin bilgisayarları insanın yaptığı her şeyi yapabileceklerdir. İki şey istisna olmak üzere her şeyi; dindar olmayacaklar ve şiir yazamayacaklardır.
İlkel insanın yaşadığına dair elde ettiğimiz en ufak bilginin dahi olduğu yerde daimi bir "kötülükten arınma ihtiyacına ve yasak olan şeylere rastlanmaktadır.
Hayvan ibadet edebilmek için insan olmayı "bekledi." İnsan ile hayvan arasındaki kesin fark ne fiziki ne entelektüeldir. Bu fark, her şeyden önce manevi hüviyettedir ve az ya da çok belirgin dini, ahlaki ve estetik bilinçte kendini gösterir.
Hayvanda, etkinlik ve menfaat prensibinin çarpıcı örneği olan içgüdüler vardır. İnsanın ise ahlaki bir çizgisi ve ütiliter olmayan bir etiği vardır.
Hayvan varoluşunun prensibi etkinlik, yararlılık, pragmatistliktir. İnsan varoluş prensibi -şayet insansa- bu olamaz. Hayvan doğaldır. İnsan doğaüstüdür, irrasyonel, anlaşılmaz, inanılmazdır ve dahi rasyonel olarak imkansızdır. Eğer tüm bunlardan ibaret değilse, o yoktur, en azından insan olarak yoktur. İnsan, dünyanın genel akışına, hiçlik ve yokluk olan evrensel mekanizmaya direndiği ölçüde insandır.
İnsan, tüm bilimlerin toplanarak, hakkında söyleyebilecekleri her şeyin üstündedir.
Tıpkı bir sanat resminin bir miktar boyaya, bir şiirin metnindeki söz dizimine indirgenemeyeceği gibi insanın da biyolojiye indirgenmesi mümkün değildir.
"İnsanız." ifadesinin anlamı: hata yaparız, güçsüzüz, bedenselizdir. "İnsan olalım" çağrısı üstün bir şeylere sahip olduğumuzu, daha ulvi görevlerimiz olduğunu, bencilliğimizi bırakıp, iyiliksever olmamız gerektiğini telkin eder.
İnsan hakkında bilim, sadece insanın dış dünyanın bir parçası ya da ürünü olması ile mümkündür. Tam tersine, sanat, insanın doğadan ayrı, ona yabancı bir varlık olması şartıyla mümkündür. Özü itibariyle sanat bu yabancılığın tarihidir.
Bilimin bize sunduğu şey dünyanın oldukça sadık bir fotoğrafıdır ki bu fotoğrafın eksik tarafı gerçekçiliğin bütüncül bir boyutudur.
Elin ve dilin 'keşfi' zoolojik tarihin bitişi ve insanlık tarihinin başlangıcını ifade eder.
İslam hiçbir zaman sadece bir millet olmayı hedeflememiştir. İslam "iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan" yani ahlaki bir misyonu yerine getiren bir topluluk olmayı istemiştir.
Kökeni İslam'a dayanan hiçbir İslami kurum ne saf din ne de saf bilim sahasındadır.
Ancak Kur'an literatür değil, hayatın kendisidir ve O'nu bir düşünce sisteminden ziyade bir yaşam biçimi olarak görmeye başladığımız vakit, O'nu okumaktaki zorluk ortadan kalkar, Kur'an'ın tek sadık yorumu hayatın kendisi olabilir, bildiğimiz gibi bu, Hz. Muhammed'in hayatıdır. 
Hiçbir manevi teşvik, tutarlı bir materyalist felsefe ile açıklanamaz.
Belli bir ölçüde bilim olmayan bir din ve dinin belli varsayımlarını ihtiva etmeyen bir bilim mümkün değildir.


Daha yazabileceğim güzel alıntılar vardı ama gerisini sonraki okumama bırakacağım.
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kitap Tavsiyesi - Kızıl Veba

Üç Kardeş ve Evleri

GİS Anatomisi