Stepmother 9. Bölüm
I’m Only a Stepmother, but My Daughter is Just so Cute!
9. Bölüm
Tavşanlar sevimliydi, ne var ki paketlemedeki süsleme eksikliği bana hediyenin Sabelian' dan geldiğini bir kez daha hatırlattı.
...Bir hediye? O adamdan? ...Bir bomba değildi, di mi? ? Bebekleri baştan aşağı taradım, kendime benzeyen bebeğin de aynen benimkine benzeyen mor gözlere sahip olduğunu fark etmeden önce onların gerçekten sadece bebek oldukları sonucuna vardım. Bu detaylar da neydi? O bunu da emretmiş miydi? Olamaz. Fakat onun gibi bir adamın hediye göndereceğini düşünmek... Belki de o... düşündüğüm kadar kötü değildir?
Bakışlarım kutunun yanındaki yere kaydığında sonunda içinde bir kart olduğunu fark ettim. Sabelian' dan bir mektup? Hoho, Sanırım eylemlerine o kadar pişman oldu ki sonunda tövbe etti. Bana uyar~ Onu bu seferlik affedeceğim. Coşkuyla kartı açtım.
[Eğer dünkü kaza bir daha tekrar ederse, sana tahsis edilen bütçeyi hemen keseceğim. Lütfen gelecekte buna benzeyen eylemlerden kaçınınız.]
“.....”
Kartı uzağa fırlattım. Gaaaah! Sabelian! Senin hakkında söylediğim her şeyi geri alıyorum! HER ŞEYİ! Boş boş konuşuyor-....! Ne sinir bozucu bir adam. Peki, zaten onunla bir daha görüşmeyeceğim, bu yüzden en iyisi kafaya takmamak. Blanche ile zaman geçirmek için heyecandan yerimde duramıyordum.
2. Anne adına
Koridorun her tarafında yere vuran adımların sert sesi yankılanıyordu, ne zaman topuklular mermerle buluşsa cam kırılmasına benzeyen bir ses yayıyordu. Abigail toplantı odasına ilerlerken acelesi varmış gibi görünüyordu. Yaklaştığı zaman nöbetçiler onun için kapıları açtı. İçeride bir adam bekliyordu. Kıyafetlerine bakılırsa oldukça zengin görünüyordu, fakat asil bir hava yaymıyordu.“Bana değerli zamanınızın bir anını verdiğiniz için çok minnettarım, Majesteleri.” Adam Abigail'in elini hafifçe öptü, gerginlikten sallanıyordu.
Abigail kaşlarını çatarak konuştuğunda sürüngenleri utandıracak kadar buz gibi soğuk hava sızdırdı. “Buraya geldim çünkü elinde iyi şeyler varmış diye duydum.”
“Evet, elbette.” Bir hizmetli ellerinde küçük bir kutuyla geldi. Kutu açıldığında, Abigail'in gözleri tehlikeli bir ışıkla parıldadı. “Kalitelerinde bir sorunun olmadığını varsaymalıyım değil mi?”
“Elbette. Prenses Blanche bile bunun gibi şeylere direnemez.” Cam bir sandıktan elma büyüklüğünde bir nesne çıkardı. Bir parça çamur gibi garip dikenli kahverengi bir objeydi. Abigail'in şimdiki ifadesinden farklı olmayarak oldukça uğursuz görünüyordu. Bakışları onların üzerindeyken sırıttı, dudakları sakıt bir hal alarak kıvrıldı. “İyi. Bunlarla, Prenses Blanche bile...”
“Kukuku.” Hafif kahkaha sesleri odanın içerisinde çınladı, doğrusunu söylemek gerekirse, oldukça korkutucu bir sesti. Dışarıdaki koyu bulutlu gökyüzü sadece atmosfere daha fazla uğursuz hava kattı. “Bunlar kolayca ithal edilen şeyler değildir. Bunları elde edebildiğine çok şaşırdım.”
“Yolculuklarım boyunca birkaç şişe elde etmeyi başardım.”
Abigail sandığın kapağını açtı, açılma dolayısıyla tatlı bir koku sürüklendi ve burnuna girdi. Kokusu, Abigail'in memleketi Cronenberg’ den gelen mor şekerli kurabiyelerden başkasına ait değildi. Sınırların dışına bile ihraç edilmeyen çok nadir bir şeydi. Kokusu bile Abigail'in ağzının suyunu akıtmaya yeterdi ancak insanlığı aşan bir iradeyle, başını başka bir yöne çevirmeyi başardı. “Bunun için büyük bir ödül alacaksın.”
“Eğer bakmakla ilgilenirseniz başka şeyler de almıştım?” Abigail hafifçe başını salladığında, birçok hizmetli ellerinde kutular taşıyarak odadan içeriye girdi. İçlerindeki aksesuarlar ve oyuncaklar çocuklar içinmiş gibi görünüyordu. Odayı dolduran kutulara bakmak, Abigail'e bir süre önce gelen falanca taciri anımsattı. Abigail saraya girdikten sonra sayısız tacir onu ziyaret etmek için gelmişti. Her halükarda, o her tacirin sahip olmayı düşlediği bir müşteriydi. O sadece aksesuarları ve kıyafetleri sevmiyordu, ayrıca egzotik şeylere ve büyülü eşyalara büyü bir ilgi duyuyordu, gözüne takılan herhangi bir şeyi de alıyordu.
Tacirler birbirlerine girmişlerdi, her biri onun dikkatini çekmek için çırpınıyordu, ve o gün bile, toplantı odasında birçok tacir bulunuyordu. Özellikle biri, beyaz saçlı bir adam, Abigail'in önünde belirdi. Geçmişte Abigail'e birçok egzotik ıvır zıvır getirdiği için adamın itibarını oldukça yüksek tutuyordu.
[Majesteleri, lütfen buradaki inci kolyelere bir göz atın. Deniz kızı kraliçesi bile kendisi için bu kadar değerli bir şeyi tutamaz. Sizi için en uygun fiyatla sadece 20,000 Derona.] Adam ellerinde aşırı parlak ve gösterişli bir kolye tutuyordu, kolyenin merkezinde övünç kaynağı olan yekpare bir inci parlıyordu. Her iki tarafında da küçük inciler misina boyunca dizilmişlerdi. Her bir inci neredeyse hipnotize edici sihirli bir his yayıyordu. Ortadaki ise, özellikle, Abigail'in bile önceden görmediği bir şeydi.
Tacir bunun Abigail'in dikkatini çekmesinin garanti olduğunu düşünürken içinden gülümsüyordu. Eğer kolyeye yakından bakarsa onu arzu edeceği beklentisi içerisindeydi, lakin beklentilerinin aksine o oturduğu yerden basitçe gözlerinde küçük bir ilgi vardı. [Başka bir şeylerin var mı?]
[Ne? Oh, elbette. Elbette var. Uzak Doğudan çanak çömleğe ne dersiniz?] Adam alelacele çantasından bir vazo çıkardı. Bu her yerinde mavi desenler olan beyaz bir porselen parçaydı. [Bu parçanın Doğunun asilleri arasında bile değerli bir hazine olduğunu söylediler. Bunu elde etmek için çok...]
[Başka bir şey?] Abigail'in soğuk cevabı tacirin durmasına neden oldu. Kadın porselenin sahte olduğunu fark etmiş miydi...? Vazo Doğunun asillerine ait değildi , dahası, buralarda da oldukça yaygındı.
Fakat Abigail damak zevki olmayan bir kadındı. Adam kadına birden fazla sahte ıvır zıvır satmıştı, ama daha bulunmamıştı. Şükürler olsun ki, Abigail öfkeli olmaktan çok sıkkın gözüküyordu. Dalaveresi daha ortaya çıkmamış gibiydi... Fakat öyle olsa bile... Eğer kraliçe kolye veya vazoya ilgi göstermiyorsa, ona ne satmalıydı?
Tam o sırada, adamın kafasında bir ampul yandı. Bildiği Abigail, muhtemelen onu satın alırdı. Adam sırıttı, ve vazoyu ortadan kaldırdı. Abigail'in önünde çok saygılı bir tavırla eğildi. [Düşündüğüm gibi, hiçbir özgün özelliği olmayan bu şeyler sizin gibi değerli hanımımız için yeterli değil. Bu nedenle, size peri krallığının kendisinden elde etmeyi başardığım bir şeyi göstereceğim.]
Adam arkasındaki kölesine bir bakış attı. [Bana o şeyi getirin.] Köleler adamın dediği şeyi duyunca şoka düşmüş gibi görünüyordu. Fakat hemen sonra, yüzünde bir sırıtışla, kollarında büyük bir kutuyla hemencecik geri döndü. Tacir kutuyu açtı ve yavaşça içindekileri çıkardı.
Hizmetçiler onun bu eylemi karşısında hayrete düşmüş gibi görünüyordu. Adam açıkça bir şeyi tutuyordu, ama onlar göremiyordu. Jestlerine bakılırsa bir parça kıyafet tutuyormuş gibiydi. Uzaktan seyreden Abigail'in gözleri sıkıntıdan ufak bir kaş çatılmasına döndü.
[Güzel değil mi, Majesteleri? Bu şafak ışığı, simli örümcek ağları ve sabah çiyi ile örülmüş bir elbise. ] Tacir rahat bir şekilde konuştu. Elbette, ağzından çıkan her şey su katılmamış yalandı. Kraliçenin önünde hiç acele etmeden laf kalabalığı yapmaya devam etti. [Bu elbise içerisinde mana tutar. Dediklerine göre ahmaklar ve kötüler bu elbiseyi göremezler.]
Kraliçenin neredeyse algılanamaz bir şekilde geri çekildiğini fark etti. Doğru, gururunuzdan dolayı hiçbir şey söyleyemezsiniz. [Sanki hiçbir şey giymiyormuşsunuz gibi hafiftir. Kullanıcılarının yaz aylarında serin, kış aylarında ise sıcak kalmasını sağlar. Hepsinden fazlası, oldukça zariftir.]
Tacir kölelerine döndü. [Oldukça güzel bir elbise, değil mi?]
[Evet, öyle.]
Bu kez, tacir hizmetçilere döndü. [Siz ne düşünüyorsunuz? Majestelerinin üstünde iyi duracağını düşünmüyor musunuz?]
[N-Ne? Ah, evet... B-bence de harika görünüyor!]
[Oldukça kibar görünüyordu!] Şaşkınlıklarına rağmen hizmetçiler övgülerle şarkılar söylediler. Elbiseyi göremediler, fakat kötücül veya aptal olarak görülmek istemediler.
[Sizce nasıl, Majesteleri? Eğer bu elbiseyi giyerseniz, eminim güzelliğiniz tüm krallık boyunca parlayacaktır! Size çok yakışacağı için, 300,000 Derona'a bırakmaya hazırım.] Başka bir ülkede yeni bir hayata başlamayı çoktan planlamıştı, gitmeden önce büyük bir üçkağıtçılık çevirmekten zarar gelmezdi.
Abigail sakinliğini geri kazanmadan önce çekingen görünüyordu. Sonra konuşmak için ağzını açtı. [Bu bir elbise mi?]
[Evet, evet. Bir ihtimal göremiyor olabilir misiniz?] Tacir kraliçeyi utanmazca kışkırttı. Bu kadının ‘Hayır’ diyebileceği bir soru değildi.
[Elbette görebiliyorum. Kesinlikle çok güzel.] Tüccar gülümsemesini geri yuttu. Abigail güzel bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. [Fakat anlarsın ya, bir elbiseden daha çok erkek kıyafeti gibi görünüyor.]
[...Ne?] Daha demin o ne demişti? Bu beklenmedik cevapla adam dinginliğini korumak için çaba gösterdi. [Bence senin üstünde daha güzel durur. İlk önce denemeni öneriyorum. Eğer iyi görünürse Majestelerine hediye olarak göndereceğim.] Abigail'in gözleri kötü niyetle parladı. Bunun ardından tacir ilk geri çevirmesiyle korkunç bir hata yaptı.
[H-hayır gerek yok. S-sanırım yanlış kıyafetleri çıkarmışım. İzin verirseniz kal...]
[Ne dediğimi duymadın mı?] Abigail'in sesi sabırsızlıkla doluydu. Onun alevlenmiş gözleri doğrudan tacirin üzerine kilitlendi. [Dedim ki ONU. GİY.] Onun sesi çok tehlikeli bir canavarı anımsatıyordu. Bu noktada hizmetçiler de fark etmişti. [ Şu adamı boş bir odaya götürün. Değiştirmeyi bitirince alıp buraya getirin.]
[M-majesteleri...!] Tacir bir şeyler söylemeyi denedi, fakat köleleri ondan daha hızlıydı. Onlar taciri hemen koridora sürükledi. Kapı gürültüyle kapandı, takiben bir süre sessizlik oldu, Abigail’ den hala tehditkar bir hava sızıyordu.
Bir süre sonra, tacir geri döndü. Daha deminki görünmez kıyafetleri giyiyordu... Buda demekti ki, çıplaktı. Ayakta durdu, kraliçenin önünde titriyordu, iffetini koruyan sadece küçük bir örtü vardı.
[Bu kıyafetler sana çok yakıştı. Onların gerçekten parlayacağı bir yer biliyorum.] Abigail mükemmel bir sırıtışla konuşmaya devam etti. [Onu zindana götürün.]
[Majesteleri! Lütfen, bana bir şans daha verin...! Aaargh!] Tacir nöbetçiler tarafından yerde sürüklendi. Bir kez daha kapı arkalarından gürültüyle kapandı.
Tüm odadaki hava donmuş görünüyordu. Kraliçe tüccarların geri kalanına intikam almayı deneyeni giyotine vuracağını bildiren bir bakışla baktı. [Bana bir şeyler göstermek isteyen var mı? Kaleye sadece bu sıkıcı şeylerle geldiğinizi söylemeyin. Neyiniz varsa bana gösterin.]
[A-anladım.] Tacirler alelacele getirdikleri her şeyi Abigail'in önüne çıkardılar. Sayısız elbise, takı ve ithal mallar. Abigail'in sevmesi gereken her şey.
Fakat zaman geçtikçe kraliçe kaşlarını daha çok çattı. [Hepsi bu kadar mı? Şirin veya olağandışı bir şey yok mu? Çocukların seveceği türden?]
Abigail'in sözleriyle tüm tacirler eş zamanlı bir şekilde dondu. Bir çocuğun seveceği bir şey mi? Bir zamanlar tanıdıkları Abigail, geçmişte hiçbir zaman böyle bir talepte bulunmamıştı.
Önceki bölüm
Sonraki bölüm
I like the episode! thanks for translation and editing! The trader was a little stupid. but we shouldn't blame him. Of course, it's true abigail's stupidity. E stupid brother in the merchant. He fell into his own well.
YanıtlaSil