Stepmother 7. Bölüm
I’m Only a Stepmother, but My Daughter is Just so Cute!
7. Bölüm
Blanche’ın önünde ağlamak istemedim bu yüzden gizlice gözyaşlarını sildim. “ İyi misin, Blanche?”
“Evet, Bayan Abigail. Ama um, bu...?” Blanche oyuncak bebeğin elimde kalan parçalarına bakıyordu . İlk kez bakan biri bunun bir tavşan olduğunu söyleyemezdi. Şimdiki hali eski ihtişamının sadece bir gölgesiydi.
“Bu...” Ne söylemeliydim? Olabildiğince üzüntümü hissettirmeden cevap vermeyi istedim ama bir anlık tereddüt ettim. “Sana küçük bir oyuncak bebek vermek istedim, ancak biraz dağıttım ve pamuklar her tarafa dağılmış gibi görünüyor.”
Bu açıkça bir yalandı. Oyuncak bebeğin keskin bir nesneyle yok edildiği apaçık belliydi. Sadece bu da değil, hemen arkamdaki Sabelian'ın ellerinde kılıç vardı. Dünyada söylenmesi en kolay şey şu olurdu: “Hediyeni mahveden tek kişi şu melun babandır.” ancak kelimeleri dilimin ucunda tuttum. Nasıl hissettiğim önemli değildi, aramızda sevgi olmasa bile ailesini kavga ederken görmesini istemedim.
Blanche'ın bakışları ellerime geri dönmeden önce bir saniyeliğine Sabelian'a kaydı. Sonra minik ellerini etrafıma sardı. “Dikiş dikmekte iyi olan hizmetçilerim var. Kısa bir sürede bir araya getirecektir.” Bana gülümsedi, parçaları dikkatlice ellerimden almadan önce beni teselli etmeye çalışıyordu. Küçük elleri sadece o kadar tutabiliyordu, ellerimde kalan parçaları kutuya geri koydum. “Teşekkürler, Bayan Abigail. Ona çok değer vereceğim.”
Ah, tekrar ağlayacakmış gibi hissediyordum. Bir şeyin sızmasını engellemek için tavana bakmak zorunda kaldım. Böyle bir melek bu insan çöpünden nasıl doğmuştu? Adamın eski karısı Buda’nın kendisinin reenkarnasyonu falan olmalıydı. Blanche ile daha fazla vakit geçirmek istesem de, şu anda Savelian'dan uzaklaşmak zorundaydım. Ayağa kalktığımda, başımı rastgele bir yöne eğdim ve hızlıca kaçmaya başladım. Tek yapabileceğim şey koridorda geriye koşmaktı.
Merdivenlere ayağımı koyduğum anda bunca zaman boyunca tuttuğum gözyaşları tamamen taştı. Lanet olsun, ağlamayı planlamamıştım. Fakat... Blanche bugün hediyemi kabul etmişti, değil mi? Ellerimi de tutmuştu. Teşekkür ederim bile demişti. Ve... ve...
Kuşkusuz, bir sürü harika şey de olmuştu, bütün bunlara rağmen gözyaşlarımın akmasına engel olamadım. Sadece yakınlardaki sütunun arkasına saklanabildim ve ellerimle yüzümü kapladım.
* * *
Ellerinde bulunan pembe elbisenin parçalarına baktıktan sonra onları masanın üstüne koydu. Bunlar bir tırnaktan daha büyük olmayan parçalardı, ancak Sabelian bir sebepten dolayı gözlerini onlardan alamadı.
“Sizi endişelendiren bir şey mi var, Majesteleri?”
Sesin sahibine baktı. Bu onun yaveri, Millard'dan başkası değildi. O farkına bile varmadan adam yanındaki ince havada göründü.
“Bir şey yok.” Sabelian bunu dediğinde Millard'ın suratından garip bir bakış geçti. Eğer gerçekten bir şey yoksa, kral başka bir nedenden dolayı elinde kumaş parçaları ile, derin düşünceler içerisinde bir filozofunkine benzeyen bir surat yapıyordu.
İfadesi her zamanki gibi mesafeydi, Sabelian aniden konuştu... “Bugünlerde Kraliçe Abigail nasıl? Onun hakkında ne tür dedikodular dolaşıyor?”
Millard bununla birlikte kendisini şoka düşmüş olarak buldu. Sabelian, şu Abigail' e ilgi göstermek? Alçak bir sesle cevap verdi, “Soruşturmalarıma göre, tüm hizmetçileri taciz etmeyi bırakmış gibi görünüyor. Ayrıca sık sık Prenses Blanche'ı ziyaret ediyor.”
“Ne sebeple?”
“Çok da özel bir nedeni varmış gibi gözükmüyor. Duyduklarıma göre ziyaretlerin sebebi çoğunlukla Prensese hediyeler vermek için.”
Hediyeler. Sabelian bugünün erken saatlerinde parçaladığı bebeği düşündü. İşin doğrusu içinde en azından bir iğne saklı olmalıydı. Beklentilerinin aksine, nasılsa, içinde hiçbir şey yoktu. ... Yani bu gerçekten de sadece bir hediyeydi? Hayır, böyle olamazdı.
Yine de, şöyle bir düşünce, bebeğin giydiği elbise Blanche’ınkinin aynısıydı. Sabelian elindeki parçaları düşürdü. Bu koşullar altında yaptığı eylem için bir pişmanlık duymadı. Aynı zamanda, nasılsa, Abigail'i ağlıyorken görmek biraz rahatsız ediciydi.
Evlendiklerinden beri geçen yıl, ikisinin arasında pek çok şey olmuştu. Deli bir kadınmış gibi Abigail'in gazabına kendi gözleriyle tanıklık etmişti: onun önünde bir dilenciymiş gibi yalvarmıştı. Fakat kadını hiçbir zaman ağlarken görmemişti. Onu gerçekten incinmiş bir halde asla görmemişti...
“Benzer söylentileri ben de duydum. Bana farklı biri gibi davrandığı söylendi.” Sabelian dönüp Millard'a baktı, yüzü hala duygulardan bağımsızdı. “ O yeni bir sayfa açmış gibi gözüküyor. Sen ne düşünüyorsun?”
“Bunların sadece bir oyunculuk olduğuna inanıyorum, kraliçenin kişiliğini unutamazsınız.” Millard'ın cevabı açıkça düşmanlık içeriyordu. “Sizin gardınızı indirmenizi bekliyor. Prenses Blanche'a da yaklaşmasının mutlaka bir sebebi vardır.”
Sabelian başlangıçta benzer bir görüşe sahipken, şimdi o kadar da emin değildi. Koridordayken Abigail'in ona fırlattığı bakışlar hafızasında hala çok tazeydi. Onun o ifadesi... gerçekten de sadece bir oyunculuk muydu?
Sabelian derin düşüncelere daldı. Ondan sonra, odaya bir hizmetçi adım attı. “Majesteleri, sizden resmi bir görüşme talep eden iki kişi var.”
Sabelian onay namına başını eğdi. Kısa bir süre sonra, orta yaşlı iki adam odaya girdi. Bunlardan biri Dük Stork, Sabelian'a parlak bir şekilde gülümsedi. “Sağlığınız yerindedir, inşallah, Majesteleri! Umarım işlerinize çok fazla engel olmuyordum.”
“Ne istiyorsun?” Bu aşırı soğuk bir ses tonuyla söylenmişti, kimse kayınpederiyle konuşan bir adamdan bunu duymayı beklemiyordu.
Bununla birlikte nasılsa Dük Stork hiç de endişeli görünmüyordu. Adam cevap verirken gülen yüzünde hiçbir değişiklik olmadı. “Sizi rahatsız ettiğim için en derin özürlerimi sunarım. Majestelerinin yeniden evlenmek için ona sunduğum teklifi güzelce değerlendirdi mi onu sormak için buradayım.”
Sabelian'ın suratı bunu duyunca daha da soğuk oldu. Dük Stork, Sabelian'ın ifadesindeki değişimi fark etmemiş gibi konuşmaya devam etti. “Majesteleri bir yıldan daha uzun bir süre boyunca Kraliçe Abigail ile birlikte olmasına rağmen başka bir çocuğu olmadı. Geleceğin hatırına ikinci bir eş almayı düşünmenin vakti gelmedi mi?”
“Size önceden de söylediğim gibi, tekrar evlenmekle ilgilenmiyorum.”
“Diğer kızım, Karen, çok güzel ve seçkin biridir. İnanıyorum ki Majesteleri kesinlikle...”
“Yeter.” Sabelian acımasızca adamın sözlerini kesti. Şunları söylerken suratı her zamankinden daha fazla soğuktu. “İkinci bir ikazım olmayacak.” Onun sözleri giyotinin bıçağı gibi hissettiriyordu.
Stork, kralın boş tehditler savuracak biri olmadığını bildiği için boynunda bir ürperti hissetti. Bu adam onu sadece kayın pederi olduğu için bağışlamazdı. Adamı daha fazla rahatsız etmenin artık hiçbir yararı yoktu. Dük Stork ağzını kapattı, ve kendisini gülümsemek için zorladı. “Küstah sözlerim için affınıza sığınırım. Sadece Majesteleri için olan endişelerimden bahsettim. O zaman izninizle şimdi ayrılacağım.”
Dük Stork acı bir ifadeyle odayı terk etti. Odada kalan diğer adam sadece orada sessizce duruyordu, tek kelime etmeden. “Senin de mi söyleyecek şeylerin var?”
“Majesteleri, Dük Stork haklı. Eğer Karen değilse, en azından diğer haneleri düşünemez misiniz? Kral olarak görevlerinizi yerine getirmelisiniz.” Sabelian'ın ifadesi bir anda taşa döndü. Fakat geriye çekilmedi. “Er ya da geç bir prensiniz olmazsa, Bay Raven'in çocuğu sonunda sıradaki kral olacaktır.”
Raven eski kralın gayrimeşru çocuğuydu. Bu nedenle, taht tehdidi az olmasına rağmen yine de göz ardı edilemezdi. Halefliğe geldiği zaman cinsiyet elbette ki önemliydi. Eğer Raven bir erkek çocuğu elde etmeyi başarırsa, ve Sabelian bunu yapmazsa, kale Sabelian’ın kızı ve Raven'in oğlu taraftarları arasında iki tarafa ayrılırdı.
“Krallıktan iyi bir kadınla ya da başka bir ülkenin kraliyet ailesinden biri ile evlenmenizi öneririm.”
“Bunu hala bilmediğimi mi sanıyorsun?” Adam çenesini kapamıştı. Dük Stork ayrılmış olabilirdi, ama kral yine de bu konuya karşı çok hassastı. “Abigail benim için yeterli. Şu an başka bir kadını almaya hiç niyetim yok.” Sabelian beyanından sonra dikkatini işine yönlendirdi, böyle yaparak sohbetin bittiğini işaret etti. Adam cevap olarak reverans yaptı.
“....... Anlıyorum. Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, Majesteleri.”
“Ayrıl. Millard, bir süre sen de ayrılırsan minnettar olurum.” İkisi hızlıca ayrıldı. Oda boşaldıktan sonra Sabelian sıkıntıyla bir elini alnına koydu. Adamın sözleri Abigail'in bir keresinde söylediği sözleri hatırlattı. “Endişelenmene gerek yok, bu senin kocalık görevini yerine getirmen hakkında değil. Aksine, en azından babalık görevinizi yerine getirmenizi istiyorum.”
Görev. Görev... Kelimeleri dikkatsizce kullanması aklını başka yerlere uçurmuştu; kralın görevleri hakkında mantıksızca anırmaları... Bu görevler, ve Abigail’in önceden andığı kocalık görevi birbirleriyle aynıydı. Onlar sadece daha fazla çocuk yapmasını ondan talep edebilirdi. “Kral olarak görevlerini yerine getir.” Bu nakaratı tüm hayatı boyunca sayısız kere duymuştu. Şu ana kadar kimse görevlerini görmezden gelmenin sorun olmayacağını söylememişti. Abigail kocalık görevini yapmasan da olur demişti.
Baba gibi davranmak. Kendisini bu konuda hiç eksik hissetmemişti, fakat bugün olanlardan sonra, artık o kadar da emin değildi. Yok olmuş bebeğe – madeni bir paradan daha değerli olmayan bir bebek- baktığı zamanki Blanche'ın surat ifadesini hatırlayabiliyordu. Daha önce böyle bir şeyin yok edileceğini düşünmezdi, peki bu sefer farklı olan neydi?
Sabelian'ın başı ağrıyordu. Bu konuyu artık düşünmek istemedi, evraklarını toparladı. Kendisini işe gömmek onu bu garip histen uzaklaştırıldı. Öğünlerini atlayarak, güneşin batıp gecenin yükseldiği zamana kadar dinlenmeden çalıştı. Ofisten çıkarken boynunun tutulduğunu fark etti, vücudu çok uzun süre oturmaktan ağrıyordu.
Şimdi ayrı odalarda konaklamaları oldukça iyiydi. Şimdi Abigail ile karşılaşsaydı ne diyeceğini bilemiyordu. Kendi odasına girdiği zaman, hizmetçileri kıyafetlerini değiştirmesine yardım etti. Bazı sebeplerden ötürü, hepsi oldukça gergin bir ifade takınıyordu. “B-biz ayrılıyoruz şimdi, Majesteleri. Lütfen rahatınıza bakın.”
Davranışlarına şaşıran Sabelian yatak odasına girdi. Bunun üzerine tüm vücudunun donduğunu hissetti. Bugünün garip olayları hala sona ermemiş görünüyordu.
“Hoş geldiniz, Majesteleri.”
Solgun mum ışığı odayı aydınlatırken taze gül kokusu odaya nüfuz ediyordu.
Bu gül kokulu karanlığın merkezinde yer alan kişi Abigail ‘den başkası değildi. Neredeyse şeffaf bir gecelik giyiyordu, kadın baştan çıkarıcı bir şekilde yatağa uzandı.
Dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı, sanki onun ortaya çıkmasını bekliyormuş gibi görünüyordu.
Önceki bölüm
Sonraki bölüm
Yorumlar
Yorum Gönder
Efendim?