Stepmother 6. Bölüm



 I’m Only a Stepmother, but My Daughter is Just so Cute!




6. Bölüm


Blanche'ın parlak tebessümü aşırı güzeldi. Daha önce onu böyle gülerken hiç görmemiştim. Eğer tebessümlerin  kendilerine ait bir sıcaklığı olsaydı, onunki muhtemelen bahar sıcaklığı olurdu. İzleyenlerin kalplerinde çiçekler açtıran bir gülümsemeydi. Aferin, ben! Yürü kızım! 

Bunun Blanche'ı çok mutlu yaptığını düşünmek... Norma'nın bile yüzünde anne gülüşü vardı! O andan sonra, koridorun sonundan biri bağırdı, “Prenses Blanche! Ölçülerinizi almamız gerekiyor!”


Bu Bayan Jeremie idi. Blanche ürküp dinginliğini kaybetti ve hemen telâşlanmaya başladı. “U-um, bence gitmem gerekiyor.”


“Elbette, ayrılabilirsin.”


“B-bir dahaki seferi sizi kıyafetlerle karşılayacağım...!” Blanche bana zarifçe reverans yaptı, hafifçe telaşlıydı ama yine de doğru yapmıştı. Sonra misafir odasına geri döndü. Ayaklarının zemindeki ilerleme şekli sanki bastığı yerlerde çiçekler açtırıyordu.


Aww, ne kadar şirin. Blanche'ı mutlu görmek beni mutlu etmişti. Çok iyi, çok iyi. Odama döndüğümde bile, dudaklarımın yukarı kıvrılmasını durduramadım.

Merakla, Clara kendimi kontrol etmeye çalışırken beni izledi. “Bayan Abigail, ben, doktor çağırmalı mıyım? Çok iyi görünmüyorsunuz.”

İyi görünmüyor muydum? Ne demek istiyorsun? Basitçe bundan daha bahtiyar olamazdım! Düşündüğüm gibi, bu yüz onunla birlikte pek çok yanlış anlama getiriyor. “Ben iyiyim. Biraz dinlenmek istiyorum yani izninizi alabilirsiniz. Sizi çağırana kadar geri gelmeyin.”


“Evet, Majesteleri.” Hizmetçiler derhal odadan çıktı.

Onların arkasından kapının kapandığını duyunca doğrudan yatağımın üstüne atladım.  Bunu hemen takiben, yastıklarım pöstekimi serdi.* Ahh, Aaaaagh! Blanche çok tatlı! O kadar sevimli olmayı nasıl başarıyor? Kıyafetler dikmek istiyorum, diktiğim kıyafetleri giymesini istiyorum...!!


ÇN: Deyimin anlamı: Birini döverek kımıldayamayacak duruma getirmek.


Bir tasarımcı çağırmak ve bir kaç elbise yapabilmek için derhal onu işe almak istedim. Fakat bir sorunum vardı. İlki, Blanche'e bu tür bir şey hediye etmek için hala çok erkendi. Ayrıca ne tarz kıyafetlerden hoşlandığı hakkında bir fikrim yoktu. Ben  sadece güzel elbiseler yapmak istemiyordum, Blanche'ın gerçekten seveceği güzel elbiseler yapmak istiyordum. Bayan Jeremie'nin önerilerini nasıl reddedemediğini düşününce, eğer ona şimdi bir elbise verirsem duygularından tamamen bağımsız olarak onu giyerdi. Ve eğer ona hediye etmiş olsaydım, o gökkuşağı elbisesini bile giyerdi. Bu nedenle, öncelikle kızın bana dürüstçe  “hayır” diyebileceği noktaya kadar onunla olan ilişkimi geliştirmem gerekiyordu.


Ellerimi yumruk yapıp dirseğimi bükerek kolumu salladım. Bir gün Blanche için bir defile yapabilecektim. O zamana kadar Blanche ile daha iyi bir arkadaş olmam gerekiyordu.


***


Batan bahar güneşi oldukça ılıktı. Sabelian şu anda güneşin girdiği pencere kenarında durup yolun karşısındaki binaya bakıyordu: Abigail'in halihazırda ikamet ettiği kütüphane binası.

Abigail koridorda yalnızdı ve izlendiğini fark etmemişti. Hayır, başından beri, kendisi başka birini izlemekle meşguldü. Kadının bakışlarını takip etmek için başını çevirdiğinde, Blanche'ın bahçede yürüyüşe çıktığını keşfetti.


Pembe bir elbise giyen genç prenses bahçe patikası boyunca yürüyordu. Kız sadece normal bir yürüyüş yapıyordu, ama Abigail onu neredeyse 30 dakikadır izliyordu. Bu onun bu davranışa ilk kez tanıklık edişi değildi. Abigail, Blanche onun etrafında göründüğünde daima bunu yapıyordu.


Bu kadın Blanche'ı gizlice gözetlemeye mi çalışıyordu? Sadece ne planlıyordu? Sabelian bilinçsizce dudaklarını ısırdı. Birbirleriyle en son konuştukları zaman Abigail, Blanche ile daha fazla zaman geçirmesini istemişti. Neredeyse tamamen farklı bir insan gibiydi. Abigail'in gerçekten değiştiğine inanan birkaç kişi vardı, fakat Sabelian buna bir anlığına bile inanmadı.

Abigail gerçekten Blanche ‘den nefret ediyor gibi görünüyordu. Kadın Blanche'e bir süre bakacak, ondan sonra duvara yumruk atmak veya düşüncelerinde kaybolmuş bir şekilde yerde çember çizmek için bir süre bakmaya mola verecekti. Demek ki bu kadın katil duygularını böyle serbest bırakıyordu?


Tam o sırada, Abigail, yüzünü Sabelian'ın onun ifadesini fark edebileceği şekilde çevirdi. Kadının şeytani, zehirli gülüşünü kaçırmak imkansızdı. Belki de cehennemden gelen bir şeytanın gülümsemesine bakıyordu? Yüzü gördüğünde Sabelian'ın mavi-gri gözleri soğudu. Demek ki kadın her şeye rağmen Blanche ‘den nefret ediyordu.


 Abigail'in aklından neler geçtiğini gerçekten anlayamadı. Abigail, Sabelian'ın eski karısını kıskanıyordu. Ölülerden nefret etmek yeterli olmayacağı için, kadın tüm nefretini yaşayanlara yönlendirdi. Hatta bir kere Sabelian'a çığlık attı, eğer Blanche etrafta olmasaydı onunla birlikte çocuk sahibi olmak isteyip istemediğini sordu.


Bunun gibi bir kadının böyle kolayca değişmesinin bir yolu yoktu. Bütün bunları düşünürken, Blanche çoktan yürüyüşünü bitirmişti. Bununla Abigail de hareketlenmişti. Şimdi bakınca, bu kadın ellerinde bir kutu taşıyordu.

Bir insan kafasının içine sığabileceği büyüklükteydi.

Kutuyu gördüğü anda Sabelian'ın kaşları çatıldı. Kadın bir şey yapmak üzereydi. İçine doğmuştu ve resmen olgunlaşıp yaşlanmıştı. Kadının aklında ne tür düşünceler vardı ki böyle kötücül gülümsemesine neden olmuştu?

Abigail yanında hizmetçisi olmadan hızlıca ilerledi. Kadının ilerlediği yöne bakınca, Sabelian ayağa kalktı.

* * *


Mm, Sanırım şimdi Blanche’ın genelde geri döndüğü zaman? Ellerimde bir kutuyla duvarın arkasında saklanıyordum. Buradan Blanche'ın odasını görebiliyordum.

Haftanın tamamı boyunca, Blanche hakkındaki dedikoduları dinledim ve kızı kendim takip ettim. Ayrıca neyi sevebileceği hakkında aklımda simülasyonlar yaptım. Yeni elbiseleri daha yeni gelmişti, bu yüzden bu olmaz. Ona çoktan bir çift ayakkabı vermiştim, bu yüzden bu da olmaz. Aksesuarlar onun yaşına uygun değildi. Ayrıca onları sevmiyor gibiydi. Çok fazla düşündükten sonra mükemmel bir armağan buldum. Blanche buna bayılacak.


Ancak şimdiki problem zamanlama idi. O yürürken ona vermeyi düşünüyordum, ama onu rahatsız etmek istemedim. Onunla bu koridorda tesadüf eseri karşılaşmış gibi davranıp ona bu kutuyu vermiş olsaydım, Blanche ...


...Hayır, belki bu beni bir dalkavuk gibi gösterebilir? Her şeyi Blanche'ın perspektifinden düşünmeye karar verdim. Blanche'a göre, iş yerinde can sıkıcı bir patron gibiydim. Patronum izin günümde bir anda ortaya çıksaydı nasıl hissederdim?


Omurgamda bir ürperti hissettim. Hayır, sadece Blanche geri dönmeden önce ayrılmalıydım. Belki de hediyeyi sadece kapının önüne bırakmalıydım... Hediyeyi açtığı zamanki yüz ifadesini görmek istiyordum, ancak şimdilik geri çekilmenin daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyordum.

Kutuyu yere koydum, yaptığım gibi bir hayal kırıklığı hissettim.


Tam o sırada birisinin arkamdan yürüdüğünü hissettim. Gasp*, Blanche çoktan geri döndü mü? Hızlıca arkama döndüğümde Sabelian'ın orada durduğunu gördüm. Phew*, Blanche değildi. Ama bu herifin burada ne işi vardı?


ÇN: Gasp, nefesi kesilmek demek. Phew, çok rahatlamak anlamındaki bir tepki.


Onu odaları ayırmaya karar verdiğimiz günden beri görmemiştim. Yemeklerimizi de ayrı yedik, bu yüzden buluşmamız için hiçbir neden yoktu. Ama yine de, en azından onu selamlamalıyım. Bulunduğum yerden kalktım ve ona kısa bir reverans yaptım, “İnşallah iyisinizdir, Majesteleri.”

“Burada ne yapıyorsun, Kraliçe?” Cevap olarak sadece soğuk bir soru aldım. Sabelian öncekine göre bugün daha iskandil ediciydi*.


ÇN: Bir durumun iç yüzünü öğrenmek için bilgi toplamak.


Bir saniyeliğine korktum, fakat bu konu hakkında biraz daha fazla açık olmaya karar verdim. Ne, ne, zorun ne adamım? Sadece burada benim vermek için hediye tatlı kız, yo. “Prenses Blanche'a bir hediye verecektim zaten şimdi ayrılmak üzereydim.”


“Hediye?” Hala benden şüpheleniyormuş gibi görünüyordu. Bana sanki ben bir teröristmişim gibi bakıyordu.


“Evet, bir hediye.”


“Şunu bana ver.” Sabelian bana elini uzattı.


Ona vermek? Hem de Blanche için güzelce kaplayıp pembe bir kurdeleyle süslemişken? Ama reddetsem bile geri çekilecek gibi gözükmüyordu... Peki, battı balık yan gider. Kurdeleyi her zaman tekrar yapabilirim.


Rahatsızlığımı sakladım ve ona kutuyu verdim. Sabelian hızlıca kurdeleyi parçalara ayırdı. Hık, Blanche’ın kıymetli hediyesi...! Neden onu açıyorsun?! 


Çok geçmeden, adam açmayı bitirdi, ve hediye kendisini gösterdi. “...Bu?”


“Açıkça bir oyuncak bebek.” İçinde bulunan şey Blanche'a benzeyen sevimli tavşan bir bebekti.  Lafı geçmişken, kıyafetleri tamamen benim tarafımdan tasarlandı. Blanche'ın daha önce gözünü diktiği pembe elbiseyle aynı tasarıma sahipti. İkisinin eşleşen kıyafetler giymesini istedim. Blanche kendisiyle aynı kıyafetleri giyen bir oyuncak bebeğe sarılırken kesinlikle çok tatlı görünürdü.


 Sabelian bebeğe gözünü dikti ve sanki bebeği parçalamak istiyormuş gibi gözünden ışınlar gönderdi. Ne, içine aslında bir bomba falan mı sakladığımı düşünüyorsun? “Lütfen, onu bana ge...” Bunu dediğim anda, o kılıcını çıkarmıştı.


Uzun kılıç kendini bir omur-ürpertisiyle ortaya çıkardı. “shiiing”. Vay ana- Allah allah?! İstemsizce geriye bir adım attım. Hey, hey, ne halt ediyorsun yahu? Kılıcın mı kaşınıyor? Neden çıkardın onu? Beni önceden öldürmeye çalışan kişi sen miydin...?!


Ben sakinliğimi geri kazanmaya çalışırken bebek yere düştü. Ve Sabelian'ın kılıcı üzerine düştü. Biliyorsun, şey gibi, bıçakladı. Midesinin sağını.


Afallamış bir şekilde Sabelian'a baktım. Ne... daha demin... ne oldu böyle?  Kılıcı tavşanın karnını ikiye böldü. Öylece kıyafeti ikiye kesilmişti. Öylece beyaz pamuk karnından dökülüyordu.


Yerdeki bebeği kavradı, ve içindeki her şeyi çıkarmaya başladı. Oyuncak bebek bir anda darmaduman olmuştu. Zemin pamukla kaplanmıştı, pembe elbise parçaları ölen çiçek yaprakları gibi her tarafa uçmaya başlamıştı.


İçeriğini kontrol etmek için bebeği elinden geldiğince ayırdı ve sonsuzluğa benzeyen bir zamandan sonra, elinde kalanı zemine attı.


“Demek sadece bir oyuncak bebekti.” Sabelian sessizce mırıldandı.


Sadece o konuştuğu zaman gerçekliğe geri döndüm. “Ne...” Sabelian sesimi duyunca bana döndü. Şaşırmış görünüyordu. “Ne yaptınız, Majesteleri?” 


Öfkemin taşmasına engel olamadım. Hayal edebileceğim her şeyden çok daha yoğun hissettim. Saatlerimi harcadığım hediye sadece birkaç saniye içinde parçalamıştı. Blanche'ın hediyesinin çöpten daha küçük parçalara ufalanmasını izlemek zorunda kalmıştım. Ancak, her şeyin üstüne, beni en çok çileden çıkaran şey Sabelian'ın yüzüydü. O basitçe biraz şaşırmış gözüküyordu. Yüzünde suçluluğun küçük biz izi bile yoktu.


Elbette, Abigail, Blanche'ı geçmişte taciz ettiği için benden şüphelenmeliydi. Şüpheleri hakkında hiçbir şey yapamazdım.  Fakat gerçekten buna başvurmak zorunda mıydı? Eli kulağında olan gözyaşı dalgasını tutmaya çalıştım, lakin kendimi durduramadım.


Bundan sonra Sabelian'ın yüzünde bir değişimi fark ettim. Tabii ki de üzgün gözükmüyordu. Dahası, sanki garip bir yaratığa bakıyormuş gibi görünüyordu. Ona bakmak bile istemedim. Buradan kaçıp uzaklaşmaktan daha fazla hiçbir şey istemedim, fakat önce yapmam gereken bir şey vardı. Küçük düşürüldüm. Şu noktada bunlar çöpe atılacak bir yığın çöptü, lakin olduğu gibi yerde sere serpe durmasını izleyemedim. Bunu Blanche için yapmıştım... Bunu yapmıştım ki onun mutlu suratını görebileyim... yine de...


Tam o sırada, utanç ve öfkeyle parmaklarım titrerken, arkamdan bir ses duydum. “Bayan Abigail?... Baba?”


Önceki bölüm


Sonraki bölüm



Yorumlar

Yorum Gönder

Efendim?

Bu blogdaki popüler yayınlar

GİS Anatomisi

Oyun Tavsiyesi - Undertale

Kitap Tavsiyesi - Kızıl Veba