Stepmother 2. Bölüm
I’m Only a Stepmother, but My Daughter is Just so Cute!
2. Bölüm
Ugh... Blanche ile olan ilişkimi geliştirmek istiyordum... Fakat bunu başarmak için, Abigail' in geçmiş günahlarını telafi etmeliydim. Adeta bunun kanıtı olarak, Blanche fiilen özrümü kabul etmedi. Sadece yüzünde allak bullak bir ifadeyle periyodik olarak bana bakışlar attı.
Anlamadım sanmayın. Ve özrümü peşin peşin kabul edeceğini de düşünmemiştim. Ancak, şimdilik en azından özür diledim. Fakat şöyle derler bilirsiniz, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz *, şimdilik tüm dikkatimi bu konu üzerine toplamalıydım. Bu noktada en doğru eylem kızı geri göndermek olacaktı. Burada daha fazla kalamayacak kadar gergin hissediyor olmalı. “Seni şaşırtmış olmalıyım. Üzgünüm, Blanche. Şimdi dinlenmeye gidebilirsin.”
ÇN: Ziya Paşa’dan bir beyittir. Kişinin aynası yaptıkları işlerdir, laflarına bakılmaz anlamına gelir. Beyitin devamında, Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde der. Bu da kişinin akıl seviyesinin ancak yaptıkları işlerle açığa çıkacağı anlamına gelir. Basitçe ‘ lafla peynir gemisi yürümez’ atasözünü kullanabilirdim ama pek olmuyor gibi geldi.
“Oh? Ah, evet, elbette...” Düşüncelerinde kaybolmuş görünüyordu, Blanche sonunda yerinden kalkabilecek kadar sakinleşti. Ama bana veda edip odadan ayrılırken, “Kyah!” Blanche odaya giren birine çarptı, sonuç olarak yere düştü.
“B-Blanche!” Kendimi beklenmedik bir şekilde onun adını bağırırken buldum. Ona kalkmasında yardım etmek istedim, fakat kızın çarptığı adamı görünce kendimi durdurdum. Blanche’ nin sahip olduğu gibi siyah saçları vardı, ve yirmili yaşların ortalarında görünüyordu. Onu ilk gördüğümde, hayatımın bir döneminde katıldığım bir sergideki fotoğrafı hatırladım; siyah bir leopar. Kadifemsi ve muhteşem görünen kürkünden, sadece bir resimden çıkan güç ve gurur aurasına tamamen bağlı kaldığımı hatırlıyorum. Korkuma rağmen gözlerinden uzak duramadım ve uzunca bir süre ona bakmaya başladım; Canavar tarafından tamamen büyülenmiştim.
Önümdeki adam büyük ölçüde o leoparı andırıyordu; doğada güzel, çekici ve muhteşem. Sağ gözünün yanındaki küçük güzel ben bile onu olduğundan daha çekici gösteriyordu. Bunun gibi bir adamın yüzünü gören herhangi bir kadın hemen kızarırdı, fakat adamı gördüğümde kendimi tutamadım ve içimden adama bir kaç kere hakaretler yağdırdım. Bu adam kraldı. Blanche'nin babası, ve ayrıca benim kocam. Sabelian Friedkin. Yeminli düşmanım olan adam.
Tüm hizmetçiler ve uşaklar onun huzurunda eğildiler. Benim de onu düzgün bir şekilde karşılamam gerekiyordu fakat ondan önce halletmem gereken önemli bir şey vardı. “Bir yerini incittin mi, Blanche?” Arkamdaki Sabelian'ın sesini dinlerken Blanche'nin kalkmasına yardım ettim.
“Çevresiyle ilgili farkındalığı yok.”
Bir kelime bile söyleyemeden önce, buzlu sesi beni kesti. Sabelian kızını bir yabancı olarak görüyordu. Onun bakışları... kayıtsızdı, merhamet veya endişeden tamamen yoksundu. Bir ebeveynin kendi çocuğuna nasıl bu şekilde bakabildiğini anlayamadım. Özellikle Blanche gibi güzel bir çocuğa.
Fakat Blanche ağlamadı bile. Kralı uygun şekilde selamlamadan önce duruşunu sakin bir şekilde düzeltti. “Özür dilerim, Baba. Buna tanıklık ettiğiniz için sizden de özür dilerim, Bayan Abigail.”
Bekle, neden özür diliyorsun ki? Senin tüm yaptığın düşmekti... ve bir şeyin yanlış olduğunu fark ettim. “Blanche, iyi misin?” Dikkatlice sağ kolunu ellerimle tuttum, bu da kızın acıyla sakınmasına neden oldu. Ah, korktuğum gibi... Hiç şüphe yok sağ tarafını koruyordu, daha demin düştüğü zaman kendini incitmiş olmalı. “Bileğini yaraladın...”
“Ah, uh. Ben... iyiyim. Gerçekten, ben iyiyim...” Blanche hızlıca sağ elini benden sakladı, yanlış bir şey yaparken yakalanmış gibi davranıyordu. Bakışları korkuyla Sabelian’ a kaydı. Blanche'i bu kadar işkence içinde görmek içimi acıttı. Düştükten sonra ağlamıyordu bile...
Sabelian soğuk sesini korurken ağzını açtı. “Senin için doktor çağıracağım. Şimdi gidebilirsin, Blanche. Abigail ile görüşeceğim bir şey var.”
“...Evet, baba.” Sabelian’a son bir reverans verdikten sonra, küçük bir tavşanın aksine, Blanche hızlıca kaçtı.
Sabelian'ı gözlerimle hançerledim. “Biraz fazla acımasız değil misiniz?”
“Hangi açıdan?”
“Kızınız incindi... Onu rahatlatacak tek bir söz bile söylemediniz?”
Sabelian kafasını yavaşça alayla karışık bir şekilde eğdi, bakışları hemen hemen beni deliyordu. “Ne kadar gülünç. Ne zamandan beri Blanche' i bu kadar çok önemsiyorsun?”
“. . . . .” Sözlerini çürütemedim. Her şeyden sonra, son günlere kadar, kimse Blanche'i benden daha fazla incitmemişti. Benim için kızı korumayı başarmak acayip bir şekilde olayları tersine çevirmek oldu. “Ölümle burun buruna geldikten sonra kalbim değişti.”
“Öyle mi?” İfadesi bana inanmadığını belli ediyordu. Hadi ama, birinin ölümü deneyimledikten sonra en azından biraz değişmesi mantıklıydı, değil mi? Sabelian yavaşça masaya doğru yöneldi ve Blanche'nin boş koltuğunu aldı. Hizmetçiler aceleyle yeni bir çay fincanı getirdiler. Benim de oturmam için başıyla bana bir jest yaptı. Bana bir evcil hayvanmışım gibi davranma, lanet olsun! Birinden bir şey yapmasını kibarca istemenin yolu bu değil.
Yerime otururken dişlerimi gıcırdattım. Ona bu şekilde önden bakmak ... Allah'ın cezası eğer güzel biri olmasaydı , sadece bir çöp parçası olurdu.
“Kendini de yaraladın mı? İyi görünmüyorsun?”
“Çay sadece biraz sıcaktı.” Önemsiz bahanemi kullanarak kendimi uzaklara bakmak için zorladım. Ah, ondan çok fazla nefret ediyordum. Bunun gibi yakışıklı bir adamla cay içmeyi düşünmek çok çileden çıkarıcı... Gerçeklik cidden kurgudan daha gariptir.
Bir çok yoldan, Sabelian mükemmeldi. Yakışıklı bir kraldı, bilgeliği ve yiğitliği için halk tarafından övülüyordu. Ne fark eder ki? Onun kalbi bir çöl kadar boştu, ve damarlarındaki kan buz kadar soğuktu.
Tabutumun içinde uyandığım zaman gördüğüm ilk şey Sabelian'ın bana veda ederken ki yüzünün ifadesiydi. “Gelecek hayatta tekrar buluşarak talihsizlik yaşamamıza izin verme, Abigail.” Bu kelimeleri duyduğum anda, bir çok anı içime tufan etti ve kendimi tabuttan dışarıya atmamı sağladı. Normalde, karı ve koca evlendiklerinde sonsuzluk yeminlerini bir öpücük ile mühürlerler. Fakat Abigail ve Sabelian öpüşmedi. Daha da kötüsü, evlilik töreninde ilk dansı bile paylaşmadılar. Sabelian yoruldum bahanesini kullanarak hemen terk etti. Ve ilk gecelerinde, Sabelian, Abigail'e bir parmağını bile sürmedi. Sadece dedi ki, “Abigail, şunu bil, sana asla el sürmeyeceğim.”
Bir sebep olmadan, sadece arkasını döndü ve uyudu, Abigail’i o gece uyku tutmadı. Asla el ele tutuşmadılar. Tüm bunların sayesinde Abigail' in gururu tamamen lime lime edildi. Onun soğuk tavrına ilk cevabı kendi de soğuk davranarak verdi. Fakat zaman geçtikçe, sadece dikkat çekme arzusu arttı. Sonunda ona yalvaracak noktaya ulaştı, çok fena halde sevgisini arzuladı. “Majesteleri, neden beni hep uzak tutuyorsunuz? Aşkınızı kazanmak için ne yapmam gerekiyor?”
“Sakın bana yaklaşma. Daha da iyisi, hiç var olmamış gibi davran. Hayır, gerçekten beni memnun etmek istiyorsan, ölmüş gibi davran. Ancak o zaman rolünü mükemmelleştirmiş olacaksın.”
Sabelian'ın neden onu bu dereceye kadar reddettiğini merak etmek düşüncelerini raydan çıkardı. Bütün bu tefekkürlerden sonra tek bir sonuca ulaştı: Onun için yeterince güzel değildi. Kişiliği başlangıçtan beri kötüydü, ama bu sonuca ulaşmak onu nerdeyse delirtiyordu. Bundan sonra, güzellik belirtisi gösteren herhangi birini direk saraydan kovdu. Blanche’ın çektiği acı bile bu andan kaynaklanıyor.
İnkâr edilemez bir şekilde Abigail korkunç biriydi. Onun davranışlarının savunmasını yapamadım, istemedim de. Fakat akran bir kadın olarak onun hislerini en azından anlayabiliyordum. İki ülkenin politik evliliği faydalar için düzenlenmişti, aşk için değil. Anlaşmalı bir evlilik olsa bile, özellikle kötüydü.
Sabelian, bu piç. Nasıl kızlara böyle davranabilirdi? Neden ilk başta evleniyorsun ki? Sadece bunun üzerine düşünmek beni sinir küpüne dönüştürdü. Kendimi serinletmek için birazcık soğuk su aldım. Söylemeye gerek yoktu, ama Sabelian'ın bugün beni ziyarete gelmesinden çok da mutlu değildim. Peki hangi sebeple gelmişti?
Kesinlikle iyi bir sebebi yoktu. “Majesteleri, bu ziyaretinizin amacı hakkında bilgi alabilir miyim? ”
“Seninle ölümün hakkında konuşmak istedim.”
Ölüm. Bu kelimeyi duyunca nutkum tutuldu. Çay fincanımı ayarladım ve ona baktım. “Benim ölümüm?”
“Evet. Hayatta kalacak kadar şanslıydın, fakat sen o zaman kesinlikle ölmüştün. Bu yüzden bu sebebi araştırdım.”
Bunları duyunca kulak kesildim. Peri masalının sonu beni endişelendirdi , fakat Abigail' in ölümü de öyle yaptı. Abigail ölümünün sanki uyuyormuş gibi göründüğünü duydum. Sadece 23 yaşındaydı, birinin aniden vefat etmesini beklediğiniz bir yaş değildi. Hasta da değildi. Bu en olası sonucu bıraktı: Cinayet.
Ugh, bunun hakkında düşününce tüylerim diken diken oldu. Bir kere ölmüş olabilirim, fakat çok çalışmaktan ölmekle cinayete kurban gitmek bambaşka şeylerdi...
Sabelian kitaptan bir pasaj okuyormuş gibi tekdüze monoloğuna devam etti. “Zehir en muhtemel olasılık olarak görünüyor. Sana diseksiyon* yapma şansımız olsaydı, kesin olarak bilebilirdik ama… ”
ÇN: Diseksiyon anatomide canlıların iç yapısını incelemek için yapılan parçalamadır.
Hey şimdi, beni parçalara ayırmak hakkında konuşurken en azından bana bakamaz mısın?
“Sana yakın olan tüm hizmetlileri araştırdım, fakat cinayete teşebbüs için hiç bir kanıt bulamadım.”
“...Vah vah! ” Yani beni öldürmeye çalışan kişi hala sarayda bir yerlerde dolaşıyordu. Sadece harika. Omurgamda bir ürperti hissettim.
Benden farklı olarak, Sabelian her zamanki gibi kayıtsız kaldı ve devam etmeden önce yavaşça çayından bir yudum aldı. “Ölümün hakkında herhangi bir şey hatırlıyor musun? Soruşturma bu bilgilerle daha çabuk sona erecektir. ”
Böyle olduğu sürece hoştu... Sadece kafamı sallayabildim. “Maalesef ki, hayır.” Abigail'in hatıraları parça parça ve eksik gelmişti. Bazıları kristal kadar açıktı ama diğerleri tamamen yoktu.
Sabelian cevabımdan sonra kafasını kaldırdı ve bir şey söylemeden önce sessizce bana dik dik baktı. “Bir ihtimal o olayı hatırlıyor musun?”
“O olay?”
“Altı ay önce, sen zehri tükettiğin zaman.”
Altı ay önce? Sahip olduğum bir kaç anıyı araştırdım. Aha... Oh, hatırlıyorum. Zehri tükettim, fakat...
“...Şimdi diyorsun ki ben kendimi zehirledim.” Doğru. Abigail kasten kendini zehirledi. Bu çok fazla arzuladığı Sabelian'ın ilgisini çekmek için uyguladığı parlak planıydı. Yatalak iken Sabelian gerçekten de onu ziyarete geldi. Her ne kadar başlangıçta sevinmiş olsa da Abigail, Sabelian’ın gerçeği öğrenmesi ve ona eskisinden daha da kötü davranması üzerine umutsuzluğa kapıldı.
Kafasını salladı ve tekrar bana baktı. Delici bakışlarıyla gözleriyle beni parçalamayı deniyordu. “Tekrar ilgimi çekmek istedin, değil mi , Abigail?”
Yalnız çok iyi gidiyor seri.
YanıtlaSilBaşka yerden tanıtımını görüp aradım.
Çeviri için çok teşekkürler...
Rica ederim. Yakında 13. bölümü de yükleyeceğim.
SilAn itibari ile çevirmene aşık oldum...
YanıtlaSilElinize sağlık
YanıtlaSil