Gurur ve Önyargı


Üniversitenin kafesinde Adlee ve onun yakın arkadaşı Erden sipariş vermek için sırada bekliyordu. Kafenin içerisi, öğle arası yeni başladığı için oldukça kalabalıktı. Öğrencilerin kendi aralarında yaptığı kısa sohbetler toplanmış ve eşi benzeri olmayan bir uğultuya dönüşmüştü. Güneş ışığını direk içeri alan geniş pencereler sayesinde içerisi oldukça aydınlıktı. Hoparlörden neşeli bir caz şarkısı çalıyordu. 

Adlee, yanındaki Erden’e baktı. Bir süredir garip davranıyordu. Elini ceplerine sokup duruyor ve bir şeyleri yokluyormuş gibi gözüküyordu. Adlee, meraklı bir şekilde sordu. “Bir sorun mu var?” 


Erden suratını asarak bakışlarını yere indirdi. “Sanırım cüzdanımı sınıfta unuttum. Sen yemeğini al. Benim gidip cüzdanımı almam gerekiyor.” Erden, öğleden sonra Sosyal Bilimler Fakültesi’ndeki bölümler arasında düzenlenen basketbol turnuvasının final maçına katılacaktı. Psikoloji Bölümü takımının en önemli oyunculardan biriydi. Adlee, uzun boylu ve kaslı arkadaşına bakarak arkadaşının kurnazlığına güldü. Bilerek yaptığını anlamadığımı sanma. Sonra bunun hesabını sana soracağım. 


“Saçmalama, Erden. Burada sınıfa gitmen en az 15 dakika sürer. Geri gelmeni de sayarsak yemek yemek için vaktin kalmaz. Bu seferlik benden olsun, tamam mı?” 


Erden’in bir anda gözleri parladı ve tüm dişlerini göstererek sırıttı.Adlee, sen kesinlikle bölümümüzün incisisin. Kupayı kazandığımız zaman içerisine senin adını yazdıracağıma söz veriyorum.” 


“Sakın öyle bir şey yapayım deme!” Adlee, Erden’in şaka yapıp yapmadığını anlayamadı, ancak bu konuda tereddüt etmemesi gerektiğini hissediyordu. Sonuçta Erden aklına koyduğunu düşünmeden yapacak birisiydi. 


“Neden utanıyorsun, yaa… Kimsenin bu konuda şikâyet edeceğini sanmıyorum. Sen olmasaydın oraya çıkamazdık bile…” Erden sözlerinde haklıydı. Adlee, üçüncü sınıf temsilcisi olarak gönüllü olduğunda, kimse ondan kayda değer bir şey yapmasını beklememişti; ancak herkesi hayrete düşürmeyi başarmıştı. 


Adlee temsilciliği alır almaz yaptığı ilk şey, Psikoloji Bölümü’nün diğer bölümlerden neyi eksikse onları tamamlamak olmuştu. Çeşitli spor takımlarının kurulmasını sağlamış; böylece bölümün itibarını arttırmıştı. Bölüm kapısına uğramayan ring seferinin, saatlik periyotlarla ringe çıkmasına vesile olmuş, öğrencilere çok büyük bir kolaylık sağlamıştı. Zamanla yaptıkları bölümün içerisinde yayılmış ve bölümün idolü olmuştu. Yakışıklılığı ve ciddiyetiyle saygınlık kazanmış, neticede çoğu kız öğrencinin sohbetlerinde baş kahraman olmuştu. 


Adlee, bunların hiçbirini ün veya saygı kazanmak için yapmamıştı. Sadece yapabileceğini düşündüğü için yapmıştı, bundan dolayı ona karşı zamanla artan ilgi ona anlamsız geliyordu. “Abartma, Erden. Kupayı kazandığında ne yapacağını düşünmek yerine kupayı nasıl kazanacağını düşünmen gerekiyor. Unutma, İktisat Bölümü’yle karşılaşacaksınız.” 


Sohbet ederken zaman hızlı geçmiş, sipariş verme sırası onlara gelmişti. Adlee, üniversitenin kafesinin pahalı olduğunu biliyordu. Genelde yemeklerini üniversitenin yemekhanesinde yese de basketbol sahasına yakınlığı yüzünden bugün burada yemeğe karar vermişlerdi. Erden, duvar menüsüne bakış bile atmadan siparişini vermeye başladı. “Bir orta boy tavuk burger ve portakal suyu.” 


Adlee fiyatları hızlıca gözden geçirdi. İnanamıyorum! Bir portakal suyunun fiyatı o kadar olmamalı. Ben aynı fiyata beş kilo portakal alabilirim. Adlee’nin bir anda iştahı kaçmıştı, ancak ona beklentiyle bakan Erden’i görmezden gelemezdi. Arkadaşının maçta gerçekten de iyi bir iş çıkarmasını istiyordu bu yüzden onu üzecek bir şey yapmak istemedi. “Bana da aynısından verin.” 


Kasadaki kız siparişleri kasaya işlerken Adlee de cebinden cüzdanını çıkardı. Tüm parasının sadece bir öğle yemeğine vermiş olmak onu üzmüştü. Umarım otobüs kartımda hala para vardır. 


Adlee ve Erden siparişlerini beklemek için pencere kenarındaki bir masaya oturdular. Yemekleri gelene kadar sohbetlerine kaldığı yerden devam ettiler. Yemekleri geldiğindeyse ikisi de kendi düşüncelerine daldı. Erden, onu bekleyen maçı düşünüyordu; Adlee ise otobüs kartında para yoksa eve nasıl gideceğini… 


Yemeklerini afiyetle yedikten sonra tatmin olmuş bir şekilde kafeden ayrıldılar. Ocak ayının parlak güneşi yüzlerini ısıtıyordu, ancak esen soğuk rüzgâr titremelerine sebep oldu. 


Basketbol sahasına gitmek için yokuştan aşağıya inmeye başladılar. Yolda, onlar gibi basketbol sahasına giden birçok öğrenci vardı. Adlee, tanıdıklarına kısaca başıyla selam verip yoluna devam etti. 


Erden ile birlikte soyunma odasının içine girdiklerinde; onları kısa boylu, kıvırcık saçlı, tatlı bir kız karşıladı. Elindeki sekreterliği göğsüne bastırmıştı ve oldukça endişeli görünüyordu. Adlee! Ne yapacağız? B-Balian şu anda sahada ısınıyor. Onun maça gelmeyeceğini söylemiştin!” 


Bunu duyunca Adlee şaşkına döndü. Balian’ın maça gelmemesi gerekiyordu. Renan eniştenin, Balian için şirketindeki üst düzey yöneticilerle bir toplantı ayarladığını duymuştu. Toplantı tarihinin de bugün olması gerekiyordu. İşini hızlıca bitirip gelmiş olamaz değil mi? “Çünkü öyle sanıyordum.” 


Erden bunu duyduğunda kulaklarına inanamadı. Hemen soyunma odasından çıkarak sahaya doğru koştu. Sahaya yaklaştıkça artan kız öğrenci sayısı onun şüphelerini teker teker doğruluyordu. Yavaşça tribünlerin ön sıralarına doğru ilerledi. Sahanın ortasındaki uzun boylu, siyah saçlı, yakışıklı gencin potaya üçlük attığını gördü. Topun havada güzel bir yay çizişini izledi. Top, potanın kenarlarına bile değmeden direk içine girdi. Topun potaya girişiyle birlikte yanındaki kızlar çığlık attı. Hepsi Balian için tezahürat yapıyorlardı.

 

Erden umutları tükenmiş bir şekilde soyunma odasına geri döndü. Ona beklentiyle bakan Adlee’yi kafasıyla onayladı. Adlee, karşı takımda Balian oynadığı sürece kazanmalarının imkânsız olduğunun farkındaydı. Bu yüzden arkadaşını gereksiz yere umutlandırmak istemedi. Takınabildiği en nazik yüz ifadesini takınıp arkadaşının omzunu tuttu. “Erden, unutma! Şimdi korkman gereken şey, maçı kaybetmek değil; maçı kazanmayı hiç denememiş olmak. Sahaya çıktığında ümidini kaybettiğin an hatırla, geriye kaybedecek hiçbir şeyin yok! Bu yüzden elinden geleni yap.” 


Erden başıyla Adlee’yi onayladı. Bir anda gerçekten de elinden geleni yaparsa pişman olmayacağını hissetti. Üstünü değiştirmek için soyunma kabinlerinden birine doğru ilerledi.

 

Adlee, Erden’i rahatlatabildiği için memnundu. Soyunma odasından takımın sekreteri Sumru ile birlikte çıktı. Birlikte tribünlerde kendileri için ayrılan koltuklara geçtiler. 


Kısa bir süre sonra Psikoloji takımı da sahada ısınmaya başlamıştı. Maçın başlamasına hala yarım saat olsa da tribünlerde boş koltuk bulmak imkansızdı. Bunun sebebinin de İktisat Bölümü’nün en popüler öğrencisi Balian olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildi. En azından artık Erden’in saçma bir şey yapacağı konusunda endişelenmem gerekmiyor. 


Yarım saat hızlı bir şekilde geçti ve hakemin düdüğüyle maç başladı. Beklenmedik bir şekilde hava topunu Psikoloji takımı almayı başardı. Sağ kanattan hızlı bir hücumla ileri atıldıklarında top Erden’in elindeydi. Potanın altının boş olduğunu gördüğünde turnike yapmaya karar verdi. Topla birlikte zıpladı ve topu potaya bıraktı. Tam o sırada bir el topu yakaladı ve kendine çekti. Bu İktisat takımın pivotu Balian’dı. 


Balian topu ele geçirdiğinde takım arkadaşlarına hızlıca göz gezdirdi. Kime pas atarsa atsın topu kaybedeceğini anladığından tek başına hücuma çıktı. Sahanın ortasından zıplayarak bir şut attı. Top potanın kenarlarına bile değmeden içine girdi. İktisat takımı üç puanı sadece saniyeler içinde kazanmıştı. 


Tribündeki kız öğrenciler tezahüratlarını arttırdı. Psikoloji Bölümü’nün seyircileri şaşkındı. Bu çok hızlı değil miydi? Ona karşı kazanabilir miyiz ki? 


Erden bir an tereddüt etti. Karşı takımın oyuncularının yüzlerindeki kurnaz sırıtışı görebiliyordu. Zaten kaybedeceğiz. Neden boşuna enerjimi harcayayım ki? 


Adlee’nin ona maçtan önce söylediklerini hatırladı. Elimden geleni yapmalıyım çünkü geriye kaybedecek başka bir şeyim yok. 


Tribünlerde onu endişeli bir şekilde izleyen Adlee’ye baktı. Elini havaya kaldırarak baş parmağını ona gösterdi. Merak etme! Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım. 


Erden, maçın ortalarına kadar kararlılığını koruyabilse de yavaş yavaş takımın dağıldığını hissetti. Balian’ın karşısında ezici bir şekilde yeniliyorlardı. Derin bir nefes aldı. 


Psikoloji takımının yenileceğini anlayan bölümün öğrencileri hayal kırıklığına uğramış bir şekilde tribünleri boşaltmaya başlamıştı. Tribünlerdeki Psikoloji Bölümü’ne ayrılan kısım artık Balian’ı destekleyen kız öğrencilerle dolmuştu. 


Erden, Balian’ın bir insan olduğuna inanmak istemiyordu. Normal oyuncunun yapamayacağı kadar geniş bir alanda savunma yaparken potasına yaklaşan topları ustaca ribaund alıyordu. Karşı takımın potasına hücum ederken de saldırıya hazır bir kaplan gibi hızlı ve çevik hareket ediyordu. Balian sadece bir canavar olmalıydı. 


İktisat takımının diğer oyuncularının durumunu inceledi. Balian dışındaki kimse terlememişti bile… Tüm maç sadece Psikoloji takımı ile Balian arasında gerçekleşiyordu. 


Maçın sonucu beklenildiği gibiydi. İktisat takımı, Psikoloji takımını ezici bir şekilde mağlup etmişti. Adlee sahada kupayı dekanın elinden alan Balian’a baktı. Balian da aniden bakışlarını ona doğru çevirdi. Kendinden memnun bir şekilde sırıttıktan sonra fazla oyalanmadan soyunma odasına doğru yürüdü. 


Adlee, içerisinde kabaran öfkeyi bastırmaya çalıştı, ancak artık durumun farkında olduğu için kendine hâkim olmak daha zordu. Bilerek yapmıştı! Eğer maçta oynamasaydı kazanabilirdik. Kazanmamızı istemedi! 


Sumru da Balian’ın bakışlarını fark etmişti. “Aranız hala kötü mü? Onunla kapışmaya devam etmemelisin.” Adlee bu tür nasihatlerden bıkmış bir şekilde iç çekti ve Sumru’ya cevap vermedi. 


Yerinden kalkıp soyunma odasına doğru yürümeye başladı. Soyunma odasının içerisinde Erden’i perişan bir halde buldu. Dolaplardan bir tanesine sırtını yaslayıp yere çökmüştü. Adlee yavaşça Erden’e yaklaştı. Arkadaşının omzuna dokunduktan sonra sakin bir sesle konuştu. “Sonuna kadar denediğin için teşekkürler. Erden, seninle gurur duyuyorum.” 


Erden yarım ağızla gülümsedi. Adlee, sen… sen çok naziksin.” Daha fazlasını söylemek istiyordu ancak söyleyecek başka bir şey bulamadı. 


Adlee, arkadaşının samimiyetine sıcak bir şekilde gülümsedi. “Kendini üzmeyi şimdilik bırakabilirsin. Bugünkü maçı düşünmen için koca bir gecen olacak. Hadi, şimdilik kafamızı dağıtacak bir şeyler yapalım.” 


Sumru da kapıyı tıklattıktan sonra içeriye enerjik bir şekilde girdi. “Tamam gençler! Surat asmayı bırakabilirsiniz. Moralinizi düzeltmek için sizi sinemaya götürüyorum. Hadi ayaklanın!” Elindeki üç bileti Adlee ve Erden’e doğru gösterdi. 


Adlee onun enerjik haline gülümsedi. Erden’e elini uzatarak oturduğu yerden kalkmasına yardım etti. Birlikte şakalaşarak soyunma odasından çıktılar. 


Sumru, basketbol sahasının arkasında bulunan küçük otogardan kırmızı Cooper’ını almaya gitti. Bu sırada Adlee ile Erden onu beklemeye başladılar. 


Adlee’nin gittiği üniversite, ülkedeki sayılı zenginlerin gittiği özel bir üniversiteydi. Sumru ülkedeki tekstil kralının biricik kızı, Erden ise ünlü bir politikacının oğluydu.

 

Adlee'nin geçmişi arkadaşları kadar süslü değildi. Küçükken ailesini kaybettikten sonra birkaç yıl yetimhanede kalmıştı. Bir gün varlığından haberdar bile olmadığı teyzesi yetimhanenin kapısında belirmiş, ondan sayısı kere özür diledikten sonra onu evine davet etmişti. Teyzesi, Adlee’nin eğitimiyle kendi oğluyla ilgileniyormuş gibi ilgilenmiş ve en iyi okullara gitmesini sağlamıştı. 


Kısa bir süre sonra Sumru’nun Cooper’ı önlerinde belirdi. Birlikte, kampüsün içerisinde bulunan eğlence merkezindeki sinema salonuna gittiler. Sinema popüler klasikleri tekrar oynatıyordu, bu yüzden filmlerin hepsini önceden izlemişlerdi. Boş sinema salonunun orta koltuklarına yan yana oturdular. Birbirlerine replikleri, filmde söylenmeden önce söyleyerek ve birbirleriyle şakalaşarak izlediler. 


Film bittikten sonra öğleden sonraki programlarında bulunan derslerine birlikte girdiler. Dersleri saat 17.00’de bitti. 


Sınıftan çıkarken bir anda Erden bir şey hatırlamış gibi duraksadı. Bakışlarını yavaşça Adlee’ye çevirdi. Adlee! Şimdi hatırladım! Sen soyunma odasına gelmeden önce Balian oradaydı ve bana sana söylemem için bir şeyler söyledi. Nedenini hatırlamıyorum ama saat 6’da evde olmalıymışsın. Genelde yolunun otobüsle yarım saat sürdüğünü söylemiştin, değil mi? Sanırım söylemek için geç kalmadım.” 


Adlee hızlıca başıyla onayladı. Kampüsün kapısında birbirleriyle vedalaşarak ayrıldılar. 


Adlee, kampüsünün kapısına çok da uzak olmayan otobüs durağına yaklaşırken içerisinde kabaran garip bir duygu hissetti. Otobüs durağında onu tanıyan öğrenciler selam verdiler ve ayaküstü sohbet etmeye başladılar. Otobüs geldiğinde, Adlee otobüse binen son kişiydi. Otobüs kartını cihaza okuttuğunda cihazın elektronik sesi duyuldu. “YETERSİZ BAKİYE” 


Adlee otobüsün içerisine doğru baktı. Tanıdık öğrencilerin bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Birinden kartını istemesi gerekiyordu. Tam ağzını açıp soracaktı ki içinde kabaran gurur ona engel oldu. Kapının önünde dikildiği içi hareket etmeyen otobüsün şoförünün rahatsızlığını hissedebiliyordu. 


İçeride oturan orta yaşlı bir adam ona bağırdı. “İçeriye girmeyeceksen otobüsten iner misin? Senin yüzünden ilerleyemiyoruz. Buradaki herkesin işi var.” 


Adlee, adamın ona seslenmesiyle gururuna tamamen kaybetti. Otobüsten indi ve onu umursamayarak ayrılan otobüsün arkasından bakakaldı. Bir elini başına götürerek kafasına iki kere vurdu. İçerisindeki gurur onu yiyip bitiriyordu. 


Taksi çağırmayı düşündü. Ancak eğer eve taksiyle giderse Balian’ın büyükannesinin ona tekrardan sayısız aşağılamada bulunacağını hatırladı. O cadının ona laf söylediğini duymaktansa eve yürüyerek gitmeyi tercih ederdi. 


Üç yıldır aynı yolu otobüsle gidip geldiği için evin yolunu kolayca bulabilirdi. Kafasında hızlıca bir hesaplama yaptı. 60 kilometre/saat hızla giden bir otobüsün yarım saatte gittiği bir yolu, 6 kilometre/saat hızla yürürse 5 saatte gidebilirdi. Bulduğu sonuç onu ilk başta ürkütse de yürümeye başladığında aslında oldukça hızlı ilerleyebildiğini fark etti. Tanıdık manzaranın yürürken yanından aktığını hissedebiliyordu. 


Üniversitenin konumu şehir dışında bulunuyordu. Büyük bir çoğunluktaki öğrencinin arabası bulunduğundan bu onlar için bir problem değildi, ancak Adlee gibi bir hayırseverin yardımıyla üniversiteye giren öğrencilerin kampüsten tek çıkış yolu otobüsü kullanmaktı.

 

Otogarın köşesinde hızlı hızlı yürüyen Adlee zamanla yorulduğunu hissetmeye başlamıştı. Yürüyüş hızını birazcık azalttığında ise soğuk havayı tekrar hisseder olmuştu. Telefonunun saatine hızlı bir şekilde göz attı. 19.00’u gösteriyordu. Geç kaldığıma göre artık geç kalacağım diye endişelenmeme gerek kalmayacak. 


Adlee üşüyordu. Ellerini birbirlerine hızlıca sürterek ısıtmaya çalıştı. Daha hızlı yürümeye çalıştığında onu arkadan çeken biri varmış gibi hissediyordu. Uzuvları ağırlaşıyor ve adım atmak güçleşiyordu. Yürüdükçe zihninin de bulandığını hissetti. Soğuk onu etkilemiş garip hayallere kapılmasına neden olmuştu. 


Güney ufkunda gözüken Avcı takımyıldızına baktı. Küçükken babasıyla birlikte yıldızları izlediği sevimli anılarını hatırladı. Otogar iyi aydınlatılmamıştı; bu yüzden yıldızları en parlak haliyle görebiliyordu. Kırmızı dev Betelgeus ve mavi üstdev Rigel adeta ona yol gösteriyormuş gibi parlıyordu. 


Ara sırada yanından geçen otomobiller dışında otogar sessizdi. Adlee, yıldızları izlerken yoluna devam etti. 


*** 


Yemek masasından kalkan Diba, kaşlarını çatarak salondaki koltuklardan birine oturdu. Yemek masasında yemeklerine zarif bir şekilde yemeğe devam eden Balian ve Duru onu görmezden geldi. 


Renan da elindeki yemek bıçağını hızlı ve gürültü bir şekilde masaya bırakıp annesini takip etti. “Terbiyesize bak! Böyle bir günde geç kalmaya cesaret ediyor! Eğlencenin peşinden koşarken ailesini görmezden gelebiliyor.” 


Salondaki koltuklardan birine söylenerek oturduğunda, karşısındaki koltukta oturan kardeşi Gün, ona bakarak başını salladı. “Haklısın, abicim. Ona o kadar emek veriyorsunuz ancak sizi kâle bile almıyor. Annemin doğum gününe geç kalmaya cüret edebildiğine göre yürek yemiş olmalı.” 


Çocuklarının gazıyla içindeki öfkesi daha da alevlenen Diba’nın yüzünde çirkin bir ifade belirdi. “Burayı otel sanıyor olmalı. Yatacak yatağı, yiyecek yemeği olduğu için şükretmeli ve biz ne yaparsak uyum sağlamalı.” 


Mutfakta onların konuşmalarını net bir şekilde duyan Duru, yeğeninin arkasından daha fazla laf söylenmesine katlanamadı. Yanında konuşulanları duymamış gibi yemek yemeğe devam eden Balian’a baktı.Adlee’ye bugün büyükannen için birlikte doğum günü yemeği yiyeceğimizi söyledin, değil mi?” 


Balian, çiğnediği lokmayı yuttuktan sonra zarif bir şekilde ağzını mendiliyle sildi. Yemek sofrasından kalktıktan sonra annesine cevap verdi. “Evet, söyledim.” 


Balian, üst kattaki odasına gitmek için merdivenlere yöneldiğinde salondaki bir ses onu durdurdu. Balian, yavrum, gel bakalım büyükannenle biraz otur. Sohbet etmeyeli uzun zaman oldu. Daha sonra odana kaçabilirsin.” 


Balian can sıkıntısıyla iç çekti, ancak söylenildiği gibi yaptı. Salondaki boş koltuklardan birine oturarak telefonuyla oynamaya başladı. 


Konuşulanları dinlemiyordu, bugün yaptığı şey hakkında düşünüyordu. İktisat takımının maçı olduğunu duyduğunda bunu hakkında çok fazla ilgilenmemişti, ancak maçın Adlee’nin kurduğu takıma karşı olduğunu öğrendiğinde kendine engel olamamış, takıma katılmıştı. Balian gibi bir oyuncunun takımlarına katılmasıyla zaferleri kesinleşen İktisat takımı onu kollarını açarak karşılamıştı. 


Babası ve halası, Adlee hakkında kötü konuşmaya bir süre daha devam ettikten sonra konu dağıldı ve Balian’ın bugün yaptığı toplantıya geldi. 


Renan, Balian’ın toplantıdaki soğukkanlılığını ve sorulan soruları hızlı bir şekilde yanıtlamasını överek anlatıyordu. Diba ve Gün’ün yüzlerinde samimi bir gülümseme belirdi. 


Balian, telefonuyla oynamaya devam etti. Onların konuşmaları onu ne iyi ne de kötü hissettiriyordu. 


Saat 8’e yaklaşırken herkes Adlee’yi tekrar hatırladı. Diba onun hakkında söylenmeye kaldığı yerden devam etti. Adlee, genelde eve erken gelirdi. Bu nedenle bu saate kadar gelmemesi bir anormallik olduğunu gösteriyordu. 


Duru endişeli bir şekilde Balian’a baktı. BalianAdlee’yi arasana, nerede kalmış bir öğren.” 


Balian, hızlıca Adlee’nin numarasını çevirdi. Telefonunu kulağına götürdüğünde ses kaydı, ona aradığı numaraya ulaşılamadığını söylüyordu. “Telefonu kapalı. En son nerede olduğunu uygulama kullanarak bulabilirim. Bir dakika…” 


Balian, ailecek ortak kullandıkları mesajlaşma uygulamasına girerek Adlee’nin sinyalinin en son nereden geldiğine baktı. En son güncelleme 19.25’deydi. Adlee’nin eve gelmek için kullandığı otogarın üstündeydi. Bir gariplik var. O saatte oradaysa çoktan eve gelmesi gerekiyordu. 


“Yolda olduğunu gösteriyor.” 


Balian, endişeli gözüken annesine bakış attı. Bir kaza falan olmuş olamaz, değil mi? 


Yerinden kalkarak vestiyerdeki paltosunu aldı. “Ben bakmaya gideceğim.” 


İçeriden cevap beklemeden dışarıya çıktı. Sıcak evden çıkmasıyla soğuk hava ona serinletici bir tazelik hissi verdi. Evin bahçesinde bulunan siyah Opel’in kapılarını elindeki anahtarla açtı. 


Arabanın içine girip bahçenin dış kapısına kadar hızlıca sürdü. Kapıdaki güvenlik görevlisi Balian’ın yaklaştığını fark ettiğinde onu bekletmeden hızlıca bariyeri kaldırdı.

 

Balian otogara çıktıktan sonra vitesini arttırdı ve dikkatini yola verdi. 


*** 


Adlee elindeki telefonu havaya kaldırdı ve yere atıp parçalamak için geriye çekildi. Tam telefonu atacakken kararından hızlı bir şekilde vazgeçti. 


Yürüme kararının aptalca olduğunu telefonunun şarjı bitmeden önce fark etmek isterdi. Dersteyken hocasının söylediği alıntıyı hatırladı. 


“Gururumuzu ölçülü hale getiremezsek, bu bizim en kötü cezamız olur.” Adlee, zamanda geriye gidebilseydi tereddüt etmeden birisinden otobüs kartını isteyeceğinden emindi. 


Soğuk içine işlemiş olmasına rağmen uzun süredir yürüdüğü için terlemişti. Hem terlemiş hem de üşümüş olmak onu hastalıklı bir ruh haline sokuyordu. Bir ara; onu eve bırakması için bir taksiyi aramaya karar vermişti, ancak telefonunun şarjının bittiğini fark etmişti. 


Saatin şu anda kaç olduğunu bilmiyordu. Karanlık otogardan uzun süredir tek bir araba bile geçmemişti. Yalnız ve karanlıkta olmak onu tedirgin bir hale getiriyor, zaman sonsuzluğa akıyormuş gibi hissettiriyordu. 


Bir anda karşıdan gelen tanıdık arabayı fark etti. Araba, onun yanından geçtikten kısa bir süre sonra aniden durdu. Arabanın içinden hışımla Balian indi. Adlee! Burada ne yapıyorsun?” 


Adlee, hikayesinin kulağa ne kadar gülünç geldiğinin farkındaydı bu yüzden anlatmak istemedi. Yalan söylemeyi düşündü, ancak aklına uygun bir yalan gelmedi. 


Kısık sesle, utançtan yüzü kızararak konuştu. “Param bitmişti.” 


Balian ona şaşkınlıkla baktı. Adlee’nin parası bittiği için eve yürüyerek gelecek kadar çılgın olduğunu hiç düşünmemişti. “Neden bana söylemedin?” 


Adlee’nin gururu, Balian’dan para istemesine asla izin vermezdi. Onu eve bırakması için rica etmek ise aklının ucundan bile geçmemişti. Uzun zamandır düzgün bir şekilde diyalog kurmadığı gencin ela gözlerine baktı. 


AdleeBalian’ın sorusuna cevap vermedi. Arabaya gitmek için bir girişimde bulunmadı. İki genç birbirlerine sessizlik içerisinde baktı. 


“Gururundan vazgeçemiyorsun, değil mi? Çok mu zor yardım istemek, çok mu zor birine güvenmek. Bu yaptığını arkadaşların duysa neler düşünürler tahmin edebiliyor musun?” 


Adlee, içerisinde onu alev alev yakan pişmanlığı hissedebiliyordu. Balian haklıydı. Neden? Neden gururuna bu kadar kolay yenilebiliyordu ki? Yolda başına bir şey gelse gururu ne işe yarardı ki? 


Balian öfkesini göstermek için acele ediyordu. Elleriyle Adlee’nin yakasını kavrayarak onu sarstı. Adlee’nin yorgunluktan direnecek gücü kalmamıştı. Bunu fark eden Balian geriye çekildi. “Neyse, bin arabaya. Bu konuyu daha sonra konuşabiliriz.” 


BalianAdlee’ye arkasını dönüp arabaya doğru yürümeye başladı. Bir anda arkasından yere düşme sesi duyuldu. Balian aceleyle arkasını döndüğünde Adlee’nin yere yığılmış olduğunu fark etti. Hızlıca ona doğru ilerledi ve eliyle Adlee’nin alnına dokundu. Adlee’nin cayır cayır yanmakta olduğunu fark etti. 


Adlee’nin çok gururlu bir karakteri olduğunu biliyordu. Böyle bir karakter geliştirmesinin en büyük sebebi büyükannesi Diba’dı. Evde yediği her şeyi eleştirmesi, okul ücretini her konuşmasında yüzüne vurması, onun için yapılan en küçük masrafı bulduğu her fırsatta hatırlatması zamanla Adlee’nin böyle konularda çok hassas olmasına sebep olmuştu.

 

Balian başlarda büyükannesinin böyle davranmasına kızmıştı; ancak Adlee ile arası bozulduktan sonra önemsememeye başlamıştı. 


Adlee’yi kolundan tutarak kaldırdı ve sırtına aldı. Arabaya doğru ilerken gökyüzündeki Avcı takımyıldızını fark etti. Bir gariplik vardı. Betelgeuse’un o kadar parlak olmaması gerekiyordu. Kollarıyla ona ulaşmaya çalışan bir güneş gibi duruyordu. Bu da ne? Bir çeşit astronomik fenomen mi? 


Balian arabasına yürümeye devam etti. Aniden vücut ısısının arttığını ve beyninin uyuştuğunu hissetti. Bacaklarındaki güç bir anda çekildi ve yere düşmesine sebep oldu. Neler oluyor? 


Bilinci yavaşça kapanmaya başladı ve soğuk gecede vücudu yanarak yerde uzandı. 


Birdenbire yanında beliren iki kişinin ayaklarını fark etti. Aralarında ne konuştuklarını anlamıyordu ancak yüzlerini seçebiliyordu. Ayakların sahiplerinden biri saçlarına mikro örgüler yapmış, kırmızı saçlı, gümüş kıyafetli bir kız; diğeri ise kısa mavi saçlı, deri ceketli bir kızdı. 


Kırmızı saçlı kız eğilerek Balian’ın alnına dokundu ardından Balian’ın bilinci tamamen kapandı. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GİS Anatomisi

Oyun Tavsiyesi - Undertale

Kitap Tavsiyesi - Kızıl Veba